

Namaz farz, vacip ve sünnetlerine bağlı kalınarak nasıl kılınır? Namazda iftitah tekbiri – Vitir namazı
Namazda iftitah tekbiri nasıl alınmalı,
Araplarla bizim tekbirimiz neden farklı? Arap kardeşler, ellerini göğüs
üzeri kaldırıp omuz hizasına kadar, hanımların tekbir alışına benzer
tekbir alıyorlar, baş parmağı kulaklara kadar kaldırmadan..
İftitah tekbirini alırken yapılan farklı uygulamalar mezhep farkından
kaynaklanmaktadır. Bunlar da Peygamber Efendimizin ( asm)
uygulamalarına dayanmaktadır. Bu nedenle her Müslüman kendi hak
mezhebine göre ibadetlerini yapmalıdır.
İftitah tekbiri almak namazın farzlarındandır. Ancak bu takbiri alırken
elleri kaldırmak sünnettir. Erkekler, ellerini, başparmakları kulak
yumuşaklarına değecek kadar, kadınlarsa ellerini parmak uçları
omuzlarına kavuşacak şekilde göğüslerinin hizasına kadar kaldırıp o
vaziyette Allâhü Ekber derler. Bu esnada parmakların normal şekilde açık
bulunması ve avuç içlerinin de Kâ`be`ye dönük bulunması gerekir.
Ellerin kaldırılması hususunda, bâzı âlimler, tevhide işarettir
demiştir. Bâzıları, dünya işlerini arkaya atıp bütün varlığıyla kıbleye
ve namaza yönelmek içindir demiştir. İbn-i Ömer ( ra)`den rivayet
edilir ki :
“Namaza başlarken el kaldırmak, namazın zinetidir ( süsüdür). Her kaldırışta on sevap vardır. Her parmağa bir sevab düşer.”
İftitah “başlamak, kapıyı açıp girmek” anlamındadır. İftitah tekbiri (
tahrîme), namaza başlarken alınan tekbir olup “Allahü ekber” cümlesini
söylemektir. İftitah tekbiri, bütün mezhep imamlarına göre farz olmakla
birlikte Hanefî imamlar bunu rükün değil şart olarak, diğer üç mezhep
imamı ise rükün olarak değerlendirmiştir. İftitah tekbiri Hanefî
mezhebinde rükün değil şart olmakla birlikte, rükünlere çok yakın oluşu
sebebiyle, bir rükün gibi değerlendirilmesi ve rükünler arasında ele
alınması yanlış olmaz.
İftitah tekbirinin şart veya rükün kabul edilmesi şeklindeki görüş
ayrılığının pratik sonucu şudur : Bir kimsenin setr-i avret,
necâsetten tahâret veya istikbâl-i kıble şartını, iftitah tekbirinden
sonra yerine getirmesi durumunda kıldığı namaz, iftitah tekbirini şart
sayanlara göre geçerli, rükün sayanlara göre ise geçersizdir. Söz gelimi
kolu başı açık olarak tekbir alıp namaza duran bir kadın iftitah
tekbirinden sonra kolunu başını örtse Hanefî imamlara göre namazı
geçerli, ötekilere göre geçersizdir.
Bilen ve söylemekte güçlük çekmeyen kişi iftitah tekbirinde “Allahü
ekber” demelidir. Allah’ı yüceltme, O’nun büyüklüğünü ikrar anlamı
taşıyan “Allahü kebîr”, “Allahü azîm” gibi başka sözlerle tekbir
alındığında, farz yerine gelmiş olur. Fakat “estağfirullah” ( Allah’tan
bağışlanmak dilerim) veya “bismillah” gibi dua anlamı taşıyan
ifadelerle tekbir alınacak olursa farz yerine gelmiş olmaz. Yine bir
kimse Arapça dışında bir dilde tekbir getirecek olsa, Ebû Hanîfe’ye göre
bu da yeterlidir.
Hz. Peygamber ( asm)’in tekbir alırken ellerini omuz hizasına kadar
kaldırdığına dair rivayet bulunduğu gibi, kulak hizasına veya
kulaklarının üstü hizasına kadar kaldırdığına dair rivayetler de vardır.
Bu rivayetlerin birleştirilmesi durumunda, tekbir alırken başı hafifçe
öne eğerek başparmak kulak memesine değecek şekilde elleri kaldırmanın
uygun olduğu belirtilmiştir.
Şafii ve Malikilere göre omuzların hizasına kadar kaldırmak adab ve faziletten kabul edilmiştir.( Zuhayli, II, 14)
Hanefilerde esah olan görüşe göre elleri kaldırmanın zamanı tekbirden
öncedir. Yani önce eller kaldırılıp sonra tekbir getirmektir. Niyet
eller kaldırılmadan önce getirilir. Eller kaldırıldıktan sonra tekbir
almadan hangi namazı kılacağını bilmek de niyet yerine geçer.
Namaza başlamadan önce niyet etmek farzdır. Ancak bunu dil ile söylemek
şart değildir. Namaz hususunda niyet, Allah rızası için namaz kılmayı
dilemek ve kılınacak namazın hangi namaz olduğunu bilmek ve içinden
geçirmek demektir.
İftitah tekbiri alırken ellerin kulak hizasına kadar kaldırılmasıyla ilgili rivayetler :
Abdulcebbar b. Vail ( r.a), babasından naklederek şöyle diyor :
“Rasûlullah ( s.a.v)’in arkasında namaz kıldım. Namaza
başlayacağında tekbir alır, ellerini kulakları hizasına kadar kaldırır,
sonra Fatiha sûresini okuyor, Fatiha bitince ‘Amîn!..’ diyordu. Âmîn
derken sesini yükseltiyordu.” ( İbn Mâce, İkametü’s Salat : 14;
Dârimi, Salat : 38 )
Abdulcebbar b. Vail ( r.a), babasından naklederek, babası Vail,
“Rasûlullah ( s.a.v)’i namaza başlarken ellerinin baş parmaklarını
kulak memelerinin hizasına kadar kaldırdığını gördüğünü söyledi.” (
Dârimi, Salat : 31; Ebû Davud, Salat : 116).
Namaz farz, vacip ve
sünnetlerine bağlı kalınarak nasıl kılınır? Bütün namazların baştan sona
nasıl kılınacağını açıklamalı olarak öğrenebilir miyim?.
Namaz hocası gibi küçük kitaplarda bu gibi malumatlar güzel bir şekilde
izah edimiştir. Böyle bir ilmihal kitabı alarak namaz konusunda neleri
öğrenmeniz gerektiğine bakabilirisniz.
Sabah Namazının Kılınışı :
Sabah namazı iki rek’at sünnet, iki rek’at da farz olmak üzere dört rek’attan ibarettir. Önce sünnet kılınır.
Şöyle ki : Namazın şartlarının hepsi yerine getirildikten sonra,
kıbleye dönülüp sabah namazının sünnetini kılmaya kalben niyet edilir.
Dil ile de yavaşçacık : “Niyet ettim Allah rızası için sabah namazının
sünnetini kılmaya” denilir. Bundan sonra, eller kulakların hizasına
kadar kaldırılıp, başparmaklar kulak yumuşağına değdirilir. Ve avuç
içleri Kâbe’ye dönük şekilde parmak araları açılır ve “Allahü Ekber”
denilerek iftitah tekbiri alınır. Tekbir alındıktan sonra sağ el ile sol
elin bileği tutularak, eller göbeğin altına konur. ( Kadınlar ise
tekbir alırken ellerini omuz hizasına kaldırıp göğüsleri üzerine
bağlarlar. Sağ eli sol elin üzerine koyarlar.
Eller de bu şekilde bağlandıktan sonra, önce “Sübhâneke” okunur. Sonra
“Eûzü-Besmele” çekilerek “Fâtiha-i Şerîfe” sonuna kadar okunup “amin”
denilir. Fâtiha’dan sonra zamm-ı sûre okunur. Böylece namazın kıyam ve
kırâet rükünleri tamamlanmış olur. Kırâet bitince eller yanlara
salıverilir ve “Allahü Ekber” denilerek rükû’a gidilir. Rükû’da parmak
araları açık olarak ellerle dizkapakları tutulur. Sırt ve bel yere
paralel olarak düz hâle getirilir. Ayaklar da bükülmeden dik tutulur.
Rükûda iken üç kere “Sübhâne rabbiye’l-azîm” denir. ( Rükû’ hâlinde
kadınlar parmak aralarını açmazlar ve dizlerini tutmazlar, sadece
ellerini dizler üzerine koyarlar. Ayrıca dizlerini de dik değil bükük
bulundururlar. Yere paralel olacak şekilde eğilmelerine de lüzum
yoktur.)
Sonra “Semiallahü limen hamideh” diyerek rükû’dan kalkılır. Ayakta iken
“Rabbenâ leke’l-hamd” denir. Sonra “Allahü Ekber” denilerek secdeye
kapanılır. Secdeye inerken önce dizler, sonra eller konur. Baş da eller
arasına konarak alın ve burun yere yapıştırılır. Secdede el ve ayak
parmakları kıbleye dönük tutulur. ( Kadınlar secdede kollarını
yanlarına ve uyluklarını karınlarına yapıştırır ve yere doğru alçalır ve
yapışırlar.) Secdede üç defa “Sübhâne rabbiye’l-a’lâ” denir. Sonra
“Allahü Ekber” diyerek secdeden kalkılıp bir kere “Sübhânallah” diyecek
kadar oturulur. Sonra tekrar “Allahü Ekber” denilerek aynı şekilde
ikinci bir secde yapılır. İkinci secdenin tesbihleri söylendikten sonra
“Allahü Ekber” denilerek tekrar ayağa kalkılır. Böylece birinci rek’at
bitmiş ikinci rek’ata kalkılmış olur.
İkinci rek’atta sadece “Besmele” çekilerek “Fâtiha ve zamm-ı sûre”
okunur. YukarIda tarif ettiğimiz şekilde rükûa ve secdeye gidilir.
İkinci secdeden sonra sol ayak yere yayılıp üstüne oturulur. Sağ ayak
ise parmakları kıbleye dönük şekilde içeri kıvrılır. Eller uyluklar
üzerine konur. İki secde arasındaki oturuşlar da aynen böyledir. (
Kadınlar ayaklarını sağ tarafa yatırarak otururlar). Bu oturuşta önce
“Tehıyyât” okunur. Arkasından “salâvatlar ve dualar” okunur. Duaların
okunuşu bitince önce sağ tarafa dönülerek : “Es-selâmü aleyküm ve
rahmetullah” diye selâm verilir. Sonra da sol tarafa aynı şekilde selâm
verilir.
Böylece iki rek’atlı sabah namazının sünneti bitmiş olur. Sabah
namazının sünnetinin bütün kırâet, tesbih ve tekbirleri gizli olarak
yapılır. Sabahın farzı da aynen sünneti gibi kılınır. Sadece başta niyet
ederken “Bugünkü sabah namazının farzını kılmaya” diye niyet edilir.
Bir de niyetten önce kâmet getirilir. ( Kadınlar kâmet getirmezler).
Sabah namazının farzının kırâetleri cehren de okunabilir.
Öğle Namazının Kılınışı :
Öğle namazı dört rek’at sünnet, dört rek’at farz ve iki rek’at da son
sünnet olmak üzere on rek’attır. Önce sünneti kılınır. Sünneti kılmak
için evvelâ şu şekilde niyet edilir : “Niyet ettim ya Rabbi bugünkü
öğle namazının sünnetini kılmaya…” Sonra aynen sabah namazının sünneti
gibi iki rek’at kılınır. İkinci rek’atta oturulduğunda sadece
“Tehıyyât” okunur. Salâvat ve dualar okunmadan “Allahü Ekber” diyerek
üçüncü rek’ata kalkılır. Üçüncü ve dördüncü rek’atlar da aynen birinci
ve ikinci rek’atlar gibi kılındıktan sonra, ikinci kere oturulur. Bu
oturuşta “Tehıyyât” ile beraber “salâvat ve dualar” da okunarak selâm
verilir. Böylece öğlenin sünneti tamamlanmış olur. Üçüncü rek’ata
kalkıldığında “Fatiha”dan önce sadece “Besmele” çekilir. “Sübhâneke ve
eûzü” okunmaz.
Öğlenin farzı da sünneti gibidir. Yalnız niyet ederken öğlenin farzını
kılmaya niyet edilir. Bir de üçüncü ve dördüncü rek’atlarda sadece
“Fâtiha” okunur, “zamm-ı sûre” okunmaz. Bu, sadece öğlenin farzında
değil, bütün farz namazlarda böyledir. İlk iki rek’atta “zamm-ı sûre”
okunur. Üç ve dördüncü rek’atlarda okunmaz.
Öğlenin son sünneti de tıpkı sabahın sünneti gibi kılınır. Sadece niyet
ederken “öğlenin son sünnetine” diye niyet edilir. Öğlenin sünnet ve
farzında kırâet gizli yapılır.
İkindi Namazının Kılınışı :
İkindi namazı, dördü sünnet, dördü de farz olmak üzere sekiz rek’attır.
Önce sünneti kılınır. Evvelâ : “Bugünkü ikindinin sünnetini kılmaya”
diye niyet edilir. Sonra aynen öğlenin sünneti gibi kılınır. Yalnız
ikinci rek’atın sonundaki ilk oturuşta, öğlenin sünnetinde sadece
“Tehıyyât” okunurken, ikindinin sünnetinde “salâvatlar” da okunur.
Dualar okunmadan, “Allahü Ekber” denilerek üçüncü rek’ata kalkılır.
Üçüncü rek’atta da namaza yeniden başlanır gibi, “Sübhâneke” okunarak
“Eûzü-Besmele” çekilir ve “Fâtiha” ile “zamm-ı sûre” okunur. Dördüncü
rek’at ise öğleninki gibi normal şekilde kılınır.
İkindinin farzı, öğlenin farzı gibidir. Sadece niyetler farklıdır. İkindi de öğle gibi gizli okuyuşla kılınır.
Akşam Namazının Kılınışı :
Akşam namazı üçü farz, ikisi sünnet olmak üzere beş rek’attır. Önce farz
kılınır. Önce akşamın farzına niyet edilerek namaza durulur. İlk iki
rek’at diğer namazların farzları gibi kılındıktan sonra oturulur. Sadece
“Tehıyyât” okunarak üçüncü rek’ata kalkılır. Üçüncü rek’atta sadece
“Fâtiha” okunarak rükû’a ve secdeye gidilir. Secdeler bitince ikinci
kere oturulur. “Tehıyyât, salâvat ve dualar” okunarak selâm verilir.
Farzdan sonra sünnete niyet edilerek tıpkı sabahın sünneti gibi iki
rek’at sünnet kılınır. Akşam namazının farzı da, sabahın farzı gibi
cehren, yani sesli bir okuyuşla kılınabilir.
Yatsı Namazının Kılınışı :
Yatsı namazı, dördü sünnet, dördü farz, ikisi son sünnet ve üçü de vitir
olmak üzere on üç rek’attır. Yatsının sünneti önce niyet edilerek
tıpkı, ikindinin sünneti gibi kılınır. Yani ilk oturuşta, “Tehıyyât”tan
sonra salâvatlar da okunur.
Yatsının farzının kılınışı ise, niyet hariç öğle ve ikindinin farzının aynısıdır.
Son sünnet de, akşamın sünnetiyle aynı şekilde kılınır. Fark sadece niyetlerdedir.
Vitir Namazının Kılınışı :
Vitir namazı ise üç rek’attır. Kılınışı şöyledir : Önce niyet edilerek
namaza durulur. Birinci ve ikinci rek’atlar aynen sabahın sünnetinde
tarif ettiğimiz şekilde kılınır. İkinci rek’atın sonunda oturulur,
“Tehıyyât” okunarak üçüncü rek’ata kalkılır. Üçüncü rek’atta “Besmele”
çekilip “Fâtiha ve zamm-ı sûre” okunur. Bundan sonra rükû’a eğilmeyerek
eller kulaklara kaldırılıp tekbir alınır. Ve tekrar eller bağlanıp,
“Kunut duaları” okunur. “Kunut duaları” bittikten sonra rükû’ ve secdeye
gidilir. Secdeden sonra oturularak “Tehıyyât, salâvat ve dualar”
okunarak selâm verilir.
“Kunut duasını” bilmeyen kimse, “Rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve
fi’l-âhireti haseneten ve kınâ azâbe’n-nâr” âyetini okuyabilir. Üç kere
“Allahümme’ğfirlî” de diyebilir. Üç kere “Yâ Rab” demesi de câizdir.
* Vitir namazı sadece Ramazanda cemaatle kılınır. İmam olan zât namazı
cehrî kıldırır; “Kunut” ise gizli okunur. Ramazan dışında vitri cemaatle
kılmak mekruhtur.
NAMAZLARDA OKUNACAK SURE VE DUALARI
Kunut Duaları :
“Allahümme innâ neste’înüke ve nestağfirüke ve nestehdîke ve nü’minü
bike ve netûbü ileyke ve netevekkelü aleyke ve nüsnî aleyke’l-hayra
küllehü neşkürüke ve lâ nekfürüke ve nahle’u ve netrükü men yefcürük.”
“Allahümme iyyâke na’büdü ve leke nusallî ve nescüdü ve ileyke nes’â ve
nahfidü nercû rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke bilküffâri
mülhık.”
Sübhaneke Duası :
“Sübhânekellâhümme ve bi hamdik ve tebârakesmük ve teâlâ ceddük ( ve
celle senâük) ve lâ ilâhe gayrük.” ( “ve celle senâük” sadece cenâze
namazında okunur, diğer zamanlarda okunmaz.)
Fatiha Suresi :
“Elhamdü lillâhi rabbil’âlemîn. Errahmânirrahîm. Mâliki yevmiddîn.
İyyâke na’büdü ve iyyâke neste’în. İhdinas-sırâtal müstekîm.
Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayrilmagdûbi aleyhim ve leddâllîn.” (
amin)
Fil Suresi :
“Elem tera keyfe fe’ale rabbüke bieshâbilfîl. Elem yec’al keydehüm fî
tadlîl. Ve ersele aleyhim tayran ebâbîl. Termîhim bihicâratin min
siccîl. Fece’alehüm ke’asfin me’kûl.”
Kureyş Sûresi :
“Liîlâfi Kureyşin. Îlâfihim rihleteşşitâi vessayf. Felya’büdû Rabbe hâzelbeyt. Ellezî et’amehüm min cû’in ve âmenehüm min havf.”
Maun Suresi :
“Era eytellezî yükezzibü biddîn. Fezâlikellezî, yedu’ulyetîm ve lâ
yehuddu alâ ta’âmilmiskîn. Feveylün lilmusallîn. Ellezîne hüm an
salâtihim sâhûn. El-lezîne hüm yürâûne. Ve yemne’ûnelmâûn.”
Kevser Suresi :
“İnnâ e’taynâkelkevser. Fesalli lirabbike venhar. İnne şânieke hüvel’ebter.”
Kafirun Suresi :
“Kul yâ eyyühelkâfirûn. Lâ a’büdü mâ ta’büdûn. Ve lâ entüm âbidûne mâ
a’büd. Ve lâ ene âbidün mâ abedtüm. Ve lâ entüm âbidûne mâ a’büd. Leküm
dînüküm veliye dîn.”
Nasr Suresi :
“İzâ câe nasrullahi velfeth. Ve raeytennâse yedhulûne fî dînillâhi
efvâcâ. Fesebbih bihamdi rabbike vestagfirh, İnnehü kâne tevvâbâ.”
Tebbet Suresi :
“Tebbet yedâ ebî Lehebin ve tebbe. Mâ agnâ anhü mâlühû ve mâ keseb.
Seyaslâ nâren zâte leheb. Vemraetühû hammâletelhatab. Fî cîdihâ hablün
min mesed.”
İhlas Suresi :
“Kul hüvallâhü ehad. Allâhüssamed. Lem yelid ve lem yûled. Ve lem yekün lehû küfüven ehad.”
Felak Suresi :
“Kul e’ûzü birabbilfelak. Min şerri mâ halak. Ve min şerri gâsikýn izâ
vekab. Ve min şerrinneffâsâti fil’ukad. Ve min şerri hâsidin izâ hased.”
Nas Suresi :
“Kul e’ûzü birabbinnâsi. Melikinnâsi. İlâhinnâs. Min
şerrilvesvâsilhannâs. Ellezî yüvesvisü fî sudûrinnâsi. Minelcinneti
vennâs.”
Ettahıyyatü duası :
“Ettehıyyâtü lillâhi vessalevâtü vettayyibât. Esselâmü aleyke
eyyühen-Nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtüh, Esselâmü aleynâ ve alâ
ibâdillâhis-Sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne
Muhammeden abdühü ve Resûlüh.”
Allahümme salli duası :
“Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrâhime ve alâ âli İbrâhim. İnneke hamîdün mecîd.”
Allahümme barik duası :
“Allahümme barik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârakte alâ İbrâhime ve alâ âli İbrâhim. İnneke hamîdün mecîd.”
Rabbenâ duası :
“Rabbenâ âtinâ fid’dünyâ haseneten ve fil’âhıreti haseneten ve kınâ azâbennâr.”
VİTİR NAMAZI
Tek,tek başına olan şey, yatsı namazından sonra kılınan üç rek’at namaz.
Vitir namazı, üç rekatlı bir namazdır. Yatsı namazının son sünnetinden
sonra kılınır. Namazının vakti, yatsı namazının vakti ile aynıdır, yatsı
namazının vaktinin bitimi ve sabah namazının vaktinin başlangıcı ile
son bulur.
Vitir namazına, “niyet ettim Allah rızası için bu günkü vitir namazını
kılmaya” diye niyet edilir. Normal olarak iki rek’at kılınır. İki
rekatın sonundaki oturuşta “et-Tahiyyât” okuduktan sonra üçüncü rekata
kalkılır. Besmele ile Fatiha ve bir miktar Kur’ân okunduktan sonra,
Allahu ekber deyip tekbir alınır, eller bağlanır ve Kunut duası okunur.
Sonra “Allahu ekber” diyerek rükû ve secdelere gidilir. Ondan sonra
oturulur ki, bu son oturuştur. Bu oturuşta “et-Tehiyyât”, “salli-barik”
ve “Rabbenâ” duaları okunur ve iki tarafa selâm verilir ( İbn Abidin,
Reddu’l-Muhtar,Mısır, 1966, II, 5, vd).
Vitir namazı Kur’an’da geçmemektedir. Fakat hakkında çeşitli hadisler mevcuttur. Bazısının meâli şöyledir :
“Ey Kur’ân ehli, vitir namazını kılın! Çünkü Allah tektir, tek’i sever” (
Buhârî, Deavât, 69; Müslim, Zikir, 5-6; Nesâî, Kıyâmü’l-Leyl, 27;
Tirmizî, Vitir, 2; EbuDâvud, Vitir, 1).
“Üç Şey vardır ki, bana farzdır. Fakat size farz değildir. Kuşluk
namazı, kurban namazı ve vitir namazı” ( ez-Zeylaî, Nasbu’r-Raye, II,
105).
Allah size bir namazı daha fazladan ilâve etmiştir. Bu namaz da vitir
namazıdır. Vitir namazını, yatsı ile sabah vakti doğuncaya kadar geçen
zaman içinde krlın” ( Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,180, 206, 208; V, 242;
VI, 7).
“Vitir haktır. Beş rek’at ile vitir namazını kılmak isteyen, kılsın. Üç
rek’at ile kılmak isteyen, kılsın ve tek rek’at ile kılmak isteyen, yine
kılsın” ( Nesâî, Kıyamü’l-Leyl, 40; Ebû Dâvud, Vitir, 3; İbn Mâce,
İkâme, 123).
Hz. Aişe validemiz ( r.an); “Hz. Peygamber üç rek’at ile vitir kılar ve
üç rekatın sonunda selam verirdi” demiştir ( ez-Zeylaî, Nasbu’r-Raye,
II, 118 ). İbn Ömer ve İbn Abbas da; “Vitir namazı, gecenin sonunda
kılınan bir rekattır” demişlerdir ( Müslim, Müsâfirûn,153; Ebû Davud,
Vitir, 3; Nesaî, Kıyâmu’l-Leyl, 34).
Ebû Hanife yukarıdaki hadislere dayanarak, vitir namazını bayram
namazları gibi vacip olarak kabul etmiştir. Ebu Yusuf, İmam Muhammed ve
diğer üç mezhep imâmlarına göre ise, vitir namazı müekked sünnettir.
Hanefilere göre vitir namazı üç rekattır ve sonunda selam verilir. Delil
olarak da, Hz. Aişe’nin rivayet ettiği hadisi gösterirler. Mâlikîlere
göre vitir namazı bir rekattır. Ondan önce yatsının farzından sonra
kılınan iki rek’at sünnet bulunur. Bunların arası selam ile ayrılır.
Hanbelîlere göre de, vitir namazı bir rekattır. Fakat üç veya daha çok
rek’at olarak da kılınabilir. Şâfiîlere göre vitir namazının en azı bir
rek’at, en çoğu on bir rekattır. Bir rek’attan fazla kılınacaksa, önce
iki rekata niyet edilir ve sonunda selâm verilir. Sonra vitir namazının
bir rekatına niyet edilir ve sonunda selâm verilir ( el-Kasanî,
Bedaiu’s Sanai’ Beyrut, 1974, I, 270 vd.; ez-Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî
ve Edilletuhu, Dımaşk, 1984, I, 820).
Vitir namazı, yalnız Ramazanda cemaatla kılınır. İmam bu namazı açıktan
kıldırır. Kunut duasını tercih edilen görüşe göre, imam da cemaat da
gizli okurlar. Ramazan ayının dışında vitir namazını cemaatla kılmak
mekruhtur.
Mesbûk namazını kılan kişi, ikinci rek’atta mı, yoksa üçüncü rek’atta mı
olduğundan şüphe ederse, bulunduğu rek’atta Kunut duasını okur, rükû ve
secdelerden sonra bir rek’at daha kılar ve yeniden Kunut duasını okur.
Rükû ve secdelerden sonra oturur, et-Tehiyyatü, salli barik ve Rabbenâ
dualarını okur, selâm ile namazını tamamlar.
Vitir namazının dışındaki namazlarda, Kunut duası okunmaz. Ancak İmam
Şâfiî ve İmam Malik’e göre, her zâman, sabah namazlarının ikinci
rekatında, rükûdan sonra ayakta Kunut duası okunur. Bu durumda kunut
duasını okumak, Mâlikîlere göre müstehap ve Şâfiîlere göre sünnettir.
Bir de Şâfiîlere göre, Ramazan ayının ikinci yarısında vitir namazının
son rekatında, rükûdan sonra Kunut duasını okumak menduptur (
ez-Zeylâî, Nasbu’r-Râye, II,123; ez-Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, I, 826
vd).
Sabah namazında Kunut duasını okuyan Şâfiî ve Malikî imama uyan bir
Hanefî, Kunut duasını okumaz, susar ve imâm Kunut duasını bitirinceye
kadar ayakta bekler.
Kunut duasını bilmeyen, okumaktan aciz olan bir kişi, onun yerine
“Rabbenâ âtinâ…” âyetini okuyabilir. Yahutta üç kere :
“Allahümmeğfirlî ( Allahım beni mağrifet et)” diyebilir. Bunların
yerine üç kere : “Ya Rabbi ( ey Rabbim)” demesi de caizdir (
et-Tahtâvî, Hayiye, Mısır, 1970, 312).
Uygun görülen kunut duası şöyledir :
“Allahümme innâ nesteînuke ve nestağfruke ve nestehdike ve nu’minu bike
ve netubu ileyke ve netevekkelu aleyke ve nusnî aleyke’l-hayra kullahû
neşkuruke velâ nekfuruk ve nahla’u ve netruku men-yefcuruk.
Allahümme iyyâke ne’budu ve leke nusallî ve nescüdü ve ileyke nes’â ve
nahfidu narcû rahmeteke ve nahşâ azabek inne azâbeke bi’l-küffâri
mulhik” ( et-Tahtavî, Haşiye; 307 vd.)
Anlamı : “Allah’ım!.. Biz şüphesiz senden yardım ve mağrifet ister,
senden hidâyet dileriz. Seni tasdik eder, günahlarımıza tevbe eder, sana
itimad ederiz. Seni bütün hayırlar ile senada zikirde bulunur, nimeti
itiraf ile sana şükrederiz. Seni inkâr etmeyiz. Sana isyan edip
duranları reddeder, terkederiz; kendileriyle ilişkimizi keseriz.
Allahım!.. Biz ancak sana ibâdet ederiz, senin için namaz kılarız, sana
secde ederiz. Senin rızanı ve kulluğunu elde etmek için çalışır,
koşarız. Senin rahmetini umar, azabından korkarız. Şüphe yok ki, senin
hak olan azabın kâfirlere erişicidir. “
Kunut duasını okumak vacip olduğu için, unutulduğu takdirde, namazın sonunda sehiv secdesi yapılır.
Vitir namazı yine vacip olduğundan, zamanında kılınmadığı takdirde,
kazası gerekir. Vitir namazı, zamanında normal olarak nasıl kılınıyorsa,
kaza edilince de, aynı şekilde kılınır ( İbn Hümâm, Fethu’l-Kadir,
Mısır 1315, I, 300 vd).
Şafii mezhebine göre vitir namazı cemaatle kılınabilir mi? Vitir namazı nasıl kılınır?
Şafii mezhebine göre; vitir namazı farz namazlara bağlı sünnetlerin en
müekkedi ve en önemlisidir. Yatsı namazının farzından sonra kılınır. En
azı bir; en çoğu on bir rekattır. Fazilet bakımından en azı üç
rek’attır. En faziletli kılınış şekli iki rek’atta bir selam vermek ve
tek rek’atı en son ayrı bir niyetle kılmaktır.
Vitir namazı üç rek’at kılındığında Fatiha’dan sonra birinci rek’atta
“Sebbihisme rabbike’l â’la” suresini, ikinci rek’atta “Kâfirun” suresini
ve son rek’atta ‘İhlas, Kuleûzu bi rabbilfalak ve Kuleûzu birabbinnas”
surelerini okumak sünnettir. Beş rekat veya daha çok kılındığında,
mezkur surelerin son üç rek’atta okunması yine sünnettir.
Vitir namazı farzlara bağlı diğer sünnetler gibi cemaatla değil, tek
başına kılınır. Ancak Ramazan ayında on altıncı gecesinden itibaren son
gecesine kadar son rek’atın rükuûndan itidala kalkınca, itidal halinde
iken Kunut Duası’nı okumak sünnettir.
Ondan önce şunu okumak da sünnettir :
“Allahumme inna nestaînuke ve nestağfiruke ve nestehdike ve nü’minu
bike ve netevekkelu âleyke ve nüshi aleyke’l-hayva küllehü neşkürüke ve
la nekfüruke ve nahlau ve netrüku men yefcüruke, Allahumme iyyake
na’budu ve leke nusalli ve nescüdu ve ileyke nesâ ve nahfidu nercu
rah-metike ve nahşa azabeke. Inne azabeke bil küffari mülhık.”
Şafii mezhebinde okunan Kunut duası :
“Allahümmehdina fiymen hedeyte. We â fina fimen âfeyte. We tevellena
fimen tewelleyte. We bariklena fıyma â’tayte. We kına şerre ma kadayte.
Feinneke takdina wela yukda âleyke. We innehu la yezillü men waleyte.
Wela yeîzzü men âdeyte. Tebarekte Rabbena we teâleyte. Felekel hamdu âla
ma kadayte. Nestağfirüke we netuwbu ileyke. We sallallahu âla
seyyiddina Muhammedin we âla alihi we sahbihi we sellem.”
Şafi olan bir kimse, Hanefi imama uyarsa;
Şafiî kunutu gibi, Hanefî mezhebindeki kunut duası da Hz. Peygamber (
asm)’den rivayet edilmiştir. Bu sebeple bilenlerin bunu okumasında da
bir sakınca yoktur.
Şafiî mezhebinde ancak Ramazanın 15. gününden sonra vitir namazında kunut okunur. Bunu da hatırlamakta fayda vardır.
Namaz kılan kişi, Kunut’un bir kısmını okumazsa, bunun için sehiv secdesi yapması sünnettir.
Sabah namazında, Hanefî mezhebindeki bir imama tâbi olarak namaz kılan
Şafiî mezhebindeki bir kişinin, selâmdan sonra sehiv secdesi yapması
sünnettir.
Vaktinde kılınmayan vitir namazını kaza etmek sünnettir. Vakte bağlı
nafile namazların da, vakitlerinde kılınamamaları durumunda vitir gibi
kaza edilmeleri sünnet olur.
Musibetvari şiddet olaylarının vuku bulması, felâket ve mihnetlerin başa
gelmesi zamanlarında, bütün vakit namazlarında Kunut duası okunabilir.
Bu durumda imam da tek başına namaz kılan kişi de -namazları sessiz
kıraatli namazlardan olsa bile- Kunut duasını sesli okurlar. İmama
uyarak namaz kılmakta olan kişi ise, imamın duasına karşılık âmin der.
Bu durumda Kunut’un bir kısmı okunmazsa, sehiv secdesi gerekmez.
Şafii mezhebine uyan bir kimse, imam rükudan kalktıktan sonra hemen
“Rabbena atina…” duasını okuyup veya “Allahumme’ğfir lî” deyip
ardından secdeye varmak suretiyle bu görevini yerine getirmiş olur.
Kanaatimizce böyle yapmak, tek başına vitir namazını kılıp da kunut
duasını okumaktan daha sevaplıdır. Çünkü burada cemaat sevabı da vardır.
Hanefî mezhebine göre ise, bu gibi durumlarda sadece sabah namazında Kunut duası okunabilir. Diğer vakit namazlarında okunmaz.
Şafiî mezhebine mensup bir imamın arkasında sabah namazını kılmakta olan
Hanefî mezhebine mensup bir kişi, ikinci rek’atın rükûundan sonra Kunut
duasını okumaya başlayan imamını, ellerini yan taraflarına salmış
vaziyette susarak dinler.( İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, II/9).
Şafi mezhebine göre vitir namazı ile ilgili hükümler nelerdir?
Vitir namazı müekked sünnetlerdendir. Hanefî mezhebine göre ise bu
namaz vaciptir. Vitir namazıyla ilgili olarak sevgili Peygamberimiz
şöyle buyurmuştur : “Gece en son namazınızı vitir namazı olarak
kılın.” ( Buhârî, Vitir, 4; Ahmed. el-Müsned, 2/20, 102, 143.)
Vitir namazının en azı bir, en çoğu ise on bir rek’attır. Tek rek’atla yetinmek caiz ise de evlâ değildir.
Vitri bir rek’attan fazla kılan kişinin, bu namazı bitişik olarak, yani
son rek’atı kendinden önceki rek’ata bitiştirerek kılması caizdir. Şöyle
ki : Vitri beş rek’at olarak kılacak olan kişi, iki rek’at kıldıktan
sonra selâm verir. Sonraki üç rek’atı da tek selâmla kılar. Bu üç
rek’atı birbirinden ayırarak, yani 2+1 rek’at şeklinde kılması da
caizdir. Beş rek’at olarak kılan kişi, son rek’atı ayırdığı takdirde,
önceki dört rek’atı bir veya iki selâmla kılmış olmasıfarketmez. Bitişik
olarak kılması halinde iki teşehhüdden fazla oturması caiz olmaz. Vitri
kılmanın en faziletli şekli, birbirinden ayrı olarak
kılınmasıdır.Vitrin vakti, akşam namazıyla birlikte akşam vaktinde
cem’-i takdim şeklinde kılınsa bile, yatsı namazından sonra başlayıp
fecr-i sâdıkın doğuşuna kadar devam eder. Geceleyin uyanacağına güvenen
kişinin, vitri gecenin ilkinden sonraya ertelemesi sünnettir. Aynı
şekilde gece namazlarından sonraya erteleyip bu namazları vitirle sona
erdirmek de sünnettir.Vitir namazını ramazan ayında cemaatle kılmak ve
bu ayın ikinci yarısında vitrin son rek’atında Kunut duası okumak da
sünnettir.Yine her gün sabah namazının farzının ikinci rek’atında,
rükûdan kalktıktan sonra Kunut duası okumak da sünnettir. Kunut,
Allah’a övgü ve duayı kapsayan bütün sözlerdir. Ancak sünnet olanı,
yüce Peygamberimiz’den nakledilen şu duadır :
[img]http : //www.sorularlaislamiyet.com/images/articles/11677-resim1.jpg[/img]
Tek başına namaz kılan kişi bu duayı okurken tekil zamirleriyle
okumalıdır. Şöyle ki : “İhdinâ ve âfinâ” şeklinde değil de, “ihdinî
ve âfinî” şeklinde telaffuz ederek duayı kendi şahsı için yapmalıdır.
Yalnız “tebârekte rabbenâ” cümlesindeki çoğul zamirini tekile
çevirmemeli, yani “tebârekte rabbî” dememelidir.İmam ise duaların
tamamını çoğul zamiri ile okumalı, meselâ “ihdinî ve âfinî” şeklinde
değil de, “ihdinâ ve âfinâ” şeklinde okumalıdır. İmamın kıldığı namaz
kaza olsa bile Kunut’u sesli okuması sünnettir.Tek başına vitir namazını
kılan kişinin kıldığı bu namaz eda olsa bile Kunut duasını sessizce
okuması sünnettir.İmama uyarak namaz kılmakta olan kişiye gelince o,
ellerini açarak semaya kaldırmalı ve imamın okuduğu dualara âmin
demelidir.
Namaz kılan kişi, Kunut’un bir kısmını okumazsa, bunun için sehiv
secdesi yapması gerekir. Sabah namazında Hanefî mezhebindeki bir imama
tâbi olarak namaz kılan Şafiî mezhebindeki bir kişinin selâmdan sonra
sehiv secdesi yapması sünnettir.Vaktinde kılınmayan vitir namazını kaza
etmek sünnettir. Vakte bağlı nafile namazların da, vakitlerinde
kılınamamaları durumunda vitir gibi kaza edilmeleri sünnet
olur.Musibetvari şiddet olaylarının vuku bulması, felâket ve mihnetlerin
başa gelmesi zamanlarında, bütün vakit namazlarında Kunut duası
okunabilir.
Hanefî mezhebine göre ise bu gibi durumlarda sadece sabah namazında Kunut duası okunabilir. Diğer vakit namazlarında okunmaz.
Bu durumda imam da tek başına namaz kılan kişi de -namazları sessiz
kıraatli namazlardan olsa bile- Kunut duasını sesli okurlar. İmama
uyarak namaz kılmakta olan kişi ise, imamın duasına karşılık âmin der.
Bu durumda Kunut’un bir kısmı okunmazsa, sehiv secdesi gerekmez.Şafiî
mezhebine mensup bir imamın arkasında sabah namazını kılmakta olan
Hanefî mezhebine mensup bir kişi, ikinci rek’atın rükûundan sonra Kunut
duasını okumaya başlayan imamını, ellerini yan taraflarına salmış
vaziyette susarak dinler.( İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 2/9,)
CUM’A NAMAZI
Cum’a günü öğlen namazı vakti içinde bir hutbeden sonra cemaatle ve cehren kılınan iki rekat farz-ı ayn namaz.
Cum’a Arapça bir isim olup, “toplanma, bir araya gelme, toplu dostluk”
anlamlarına gelir. Sözlükte cumua ve cumea şeklinde de okunur. Bir terim
olarak perşembe günü ile cumartesi arasındaki günün adı olduğu gibi,
aynı gün öğle vaktinde kılınan iki rekat farz namazın da adıdır. Cum’a
gününe, müslümanların ibadet için mescidde toplanmaları sebebiyle bu
isim verilmiştir ( Zebidî, Tâcu’l-Arüs, V, 306; Kurtubî, el-Câmi’li
Ahkâmi’l-Kur’ân, XVIII, 97, 98 ).
Hafta günlerine İslâm’dan önce verilen isimler şimdiki isimler olmayıp
cum’a gününe “yevmu’l-arube” denirdi ( Kurtubî, Tefsir, XVIII, 99).
Süheylî’ye göre bu isim süryânîce olup “rahmet” manasına gelmektedir.
Cum’a’dan sonraki günler de “şeyar : cumartesi”, “evvel : pazar”,
“ehven : pazartesi”, “cebar : salı”, “debar : çarşamba”, “mûnes :
perşembe” idi. Araplar’da günlerin bu eski isimlerinin ne zaman
değiştirildiği konusunda şu bilgiler vardır; Arûbe yerine cum’a adını
veren, bir rivayete göre Hz. Peygamber’in ( s.a.s.) dedelerinden Ka’b
İbn Lüeyy’dir. İbn Sîrîn’den gelen bir başka rivayete göre de bu ad
cum’a namazı henüz farz kılınmadan evvel Medine’de bulunan müslümanlar
tarafından verilmiştir. İbn Sîrîn’in rivayeti şöyledir : “Hz.
Peygamber ( s.a.s.) Medine’ye hicret etmeden ve cum’a ayeti nazil
olmadan önce Medineliler cum’a namazı kılmışlardı.” Ensâr :
“Yahudilerin bir günü var, her yedi günde biraraya toplanıyorlar,
hristiyanların da öyle. Bizim de bir toplanma günümüz olsun, o günde
Allah’ı zikredelim; şükredelim.” dediler. Bunun üzerine : “sebt :
cumartesi günü yahudilerin, ahad : pazar günü hristiyanların, o halde
bunu arube : günü yapalım.” demişlerdi. Bu suretle Es’ad İbn
Zürâre’nin yanında toplandılar, Es’ad b. Zürâre ( r.a.) onlara iki
rekat namaz kıldırdı ve vaaz etti. Toplandıkları ana “cum’a” adını
verdiler. O da onlara bir koyun kesti, ondan kuşluk ve akşam vakti
yediler. Daha sonraları da cum’a ayeti nazil oldu ( Cum’a Suresi, 62/9)
İbn Hazm da : “Cum’a ismi, İslâmî olup, İslâm’dan evvelki günlerde
kullanılmazdı. Câhiliyye devrinde o güne arube denilirdi. İslâm
döneminde o gün namaz için toplanıldığından “cum’a” ismi verilmiştir.”
der. İbn Huzeyme’nin Selmân-ı Fârisî’den yaptığı bir rivayete göre, bir
defa Peygamberimiz ( s.a.s.) Selmân’a : “Selmân, sen Cum’ayı ne
zannediyorsun?” diye sorunca o da : “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.”
der. Bunun üzerine Efendimiz ( s.a.s.) “Senin atan Âdem ( a.s.)’in
yaratılışı işte o gün oldu, yani vücudunun bütün parçaları o gün bir
araya getirildi.” buyurmuştur. Ebu Hüreyre’den rivayet edilen başka bir
hadiste de : “Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı Cum’a günüdür
: Âdem ( a.s.) o gün yaratıldı, o gün Cennet’e girdi, yine o gün
Cennet’ten çıkarıldı. Bir de kıyamet Cum’a günü kopacaktır.”
buyurulmuştur. ( Müslim, Cumua, 5) Diğer bir rivayette de, yukardaki
sözlere ilâveten şu cümleler yer almıştır : “..O gün tövbesi kabul
olundu ve o gün vefat etti. Kıyamet de o gün kopacaktır. İns ve Cin’den
başka hiçbir mahluk yoktur ki, Cum’a günü tan yeri ağardıktan gün
doğuncaya kadar -kıyamet belki bu gün kopar korkusu ile- kulak
kabartmasın. Bir de o günün içinde öyle bir saat vardır ki, hiçbir
müslüman kul tesadüfen o esnada namaz kılıp Allah’tan bir hacetini
dilemez ki, onu Allah O’na vermesin. “
İbn Hacer’e göre Cum’a Mekke’de farz olmuştur. Fakat müslümanların
azlığı ve açıktan namaz kılacak derecede güçlü olmamaları nedeniyle
Mekke’de Cum’a kılmak mümkün olmamıştır. Ancak şartlar tahakkuk etmeden
Cum’anın farz kılınması garip görünmektedir. Bu nedenle diğer âlimler,
Mekke’de Cum’a için sadece izin verilmiş olabileceği kanaatindedirler.
İbn Abbas’ın şu rivayeti de bu görüşü desteklemektedir : “Rasûlullah (
s.a.s.), hicret etmeden önce Cum’a namazının kılınması için izin
verilmiştir. Fakat Mekke’de Cum’a kıldırmaya gücü olmadı. Onun için,
daha önce Medine’deki müslümanlara İslâm’ı öğretmek için gönderilmiş
olan Mus’ab İbn Umeyr’e mektup yazarak : “Yahudilerin açıktan Zebur
okudukları güne bak, siz de kadınlarınızı ve oğullarınızı toplayın da
zeval vaktinden sonra Allah’a iki rekat ( namaz) ile takarrub edin.” Bu
emir üzerine Mus’ab, Medine’de ilk Cum’a kıldıran kişi olmuştur. Bu
görevi Peygamber Medine’ye gelinceye kadar sürdürmüştür.” ( Suyütî,
ed-Dürru’l-Mensûr, VI, 218, Dâre Kutnî’den naklen : İbn Sa’d, Tabakat,
III, 118 ). Mus’ab ( r.a.)’ın Cum’a namazı kıldırdığı ilk cemaatin
sayısı, oniki idi.
İbn Hacer’in Cum’a namazının Mekke’de farz kılındığı halde, orada
kılınmayışını sayı azlığına bağlanmasının geçerli olabilmesi ihtimali
uzaktır. Çünkü Cum’a namazının kılınabilmesi için kırk kişinin varlığı
gerekecek olsa bile, bu sayıda müslüman o tarihlerde bir araya
rahatlıkla gelebilirdi. Ancak Cum’a namazının açık kılınması gereği ve
Rasûlullah ile müslümanların o sıralarda gizlenmiş bulunmaları nedeniyle
kılamamış olmaları düşünülebilir. Kanaatimize göre bu, sıradan bir izin
olarak da değerlendirilemez. Çünkü Yüce Allah’ın ve Rasûlü’nün izinleri
bile emir gibi uyulması gerekli hükümlerdir. Özellikle bu konu
ibadetlerle ilgili olursa emir durumu daha güçlüdür. Bu konuda cihada
izin veren ( el-Hacc, 22/39) ayetini gözönünde bulundurabiliriz.
Diğer taraftan Cum’a namazının farziyetini bildiren ayet ( Cumâ,
62/9-11) bilindiği gibi Medine’de ve Hicret’ten sonraki yıllarda nazil
olmuştur. Bu durum ise bizlere abdestin farziyeti ile ilgili ayetin
nüzulünü hatırlatmaktadır. Namaz için abdest almak bilindiği gibi
peygamberliğin ilk dönemlerinde farz kılındığı halde, ilgili âyet daha
sonraları Medine’de nazil olmuştur. Demek oluyor ki bazı hükümler teşrî
edilirken, ilgili olan âyet, daha sonra inmiş olabilir. Bu, hükmü
pekiştirmek için olabildiği gibi, nüzül için gerektirici bir münasebete
kadar bekletilmesi ve böylece daha etkileyici bir hal alması hikmetine
de dayalı olabilir.
Cum’a’yı ilk kıldıranların Es’ad İbn Zürâre ile Mus’ab İbn Umeyr
oldukları hakkındaki rivâyetlerin arasını birleştirmek gerekirse;
Mus’ab’ın, Medine’nin merkezinde ve Peygamber’in ( s.a.s.) emri üzerine
Cum’a namazı kıldırdığı; Es’ad’ın ise Medine yakınında bir yerde ve
Peygamber’in ( s.a.s.) emri gelmeden kıldırdığı söylenebilir. Hz.
Peygamber ( s.a.s.)’in kıldırdığı ilk Cum’a namazı, Ranuna’ denilen
yerde Sâlim İbn Avf mescidindedir. Hz. Peygamber ( s.a.s.) Medine’ye
hicret buyurduğunda ilk olarak Kuba’da Amr İbn Avfoğullarına misafir
oldu. Orada pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri kalıp, Kuba
Mescidi*nin temelini attı; sonra Cum’a günü Medine’ye gitmek için yola
çıktı. Benu Sâlim yurduna gelince Cum’a namazı vakti girmişti. Orada
hutbe okuyup ilk defa Cum’a namazını kıldırdı. Bu, Hz. Peygamber’in
kıldırdığı ilk Cum’a namazıdır. Cum’a’yı farz kılan âyet bundan önce
nâzil olmuştur. Medine haricinde ilk Cum’a namazı kılınan yer de
Bahreyn’de “Cevâsa” da Abdi Kays Mescidi’dir.
İslâm’da Cum’a gününün dünyanın başlangıcına, sonuna ve âhirete kadar
uzanan bir yeri ve değeri vardır. Diğer semâvi dinlerde de Cum’a gününe
dikkat çekilmiş, fakat onlar bunu terkederek başka günlere
yönelmişlerdir. Ebû Hüreyre’den Allah Rasûlû’nün şöyle dediği
nakledilmiştir : “Bizler, bizden önce kitap verilenlere göre en
sonuncusuyuz. Kıyâmette ise en öne geçeceğiz. Onlar, Allah’ın
kendilerine farz kıldığı bu Cum’a gününde ihtilafa düştüler. Allah onu
bize gösterdi. Diğer insanlar bu konuda bize uyuyorlar. Ertesi gün
yahudilerin, daha ertesi gün ise hristiyanlarındır. ” ( Buhârî, Cum’a,
1; Müslim, Cum’a hadis no : 856. Müslim’in lafzı az farklıdır).
Yine Ebû Hüreyre’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir : “Rasûlullah (
s.a.s.)’a Cum’a gününe niçin bu adın verildiği sorulduğu zaman şöyle
cevap vermiştir : “Babanız Âdem’in yaratılışı o günde oldu. Kıyâmet o
günde kopacak, yeniden dirilme ve insanların hesap için yakalanması o
günde olacaktır. Cum’a gününün üç saatinin sonunda öyle bir an vardır
ki, o anda dua edenin duası kabul olunur. ” ( Ahmed b. Hanbel, İstanbul
1981, II, 311)
“Her kim Cum’a günü, cenâbetten gusül eder gibi güzelce gusleder, sonra
da ilk saatte yola çıkarsa bir deve kurban etmiş gibi olur. İkinci
saatte yola çıkarsa bir sığır kurban etmiş gibi olur. Üçüncü saatte yola
çıkarsa bir koç kurban etmiş gibi olur. Dördüncü saatte yola çıkarsa
bir tavuk kurban etmiş gibi olur. Beşinci saatte yola çıkarsa bir
yumurta tasadduk etmiş gibi olur. İmam Cum’a namazı için iftitah tekbiri
alınca melekler hazır olur, okunan Kur’ân-ı dinlerler. ” ( Müslim,
Cumua, 2, hadis no : 850)
Cum’a namazını terk edenler için de hadis-i şeriflerde şu tehditler
varid olmuştur : “Birtakım insanlar ya Cum’a namazını terk etmeyi
bırakırlar, yahutta Allah onların kalplerini mühürler artık gafillerden
olurlar. ” ( Müslim, Cumua, 12, hadis no : 865)
“Her kim önemsemediği için üç Cum’a yı terk ederse, Allah onun kalbini mühürler. ” ( Ebû Davûd, Salât 210)
“Bir kimse Cum’a günü gusleder, elinden geldiği kadar temizlenir, yağ
veya koku sürünür, sonra mescide gider bulduğu yere oturur ve namazını
kılar, hutbeyi dinlerse; geçen Cum’a’dan o Cum’a ya kadar işlemiş olduğu
günahları affolunur. ” ( Buhârî, Cumua, 6)
Cum’a namazının farziyyeti Kitab, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile sabittir.
Cum’a sûresinin dokuzuncu âyetinde Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur :
“Ey iman edenler, Cum’a günü namaz için çağrıldığınız zaman, Allah’ı
anmağa koşun; alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha
hayırlıdır. “
İbn Mâce’de mevcut Hz. Câbir ( r.a.)’den rivâyet edilen şu hadis, Cum’a’nın farziyyetinin sünnetle delilidir :
“Ey insanlar, ölmeden önce Allah’a tövbe ediniz. ( Başka işlerle)
meşgul olmadan önce de sâlih ameller işlemeye çalışınız. Allah’ı çokça
zikretmek ve gizli ve açık olarak çokça sadaka vermek suretiyle sizin
ile Rabbiniz arasındaki bağı güçlendiriniz. ( Böyle yaparsanız) hem
rızıklanırsınız. hem de ( Allah tarafından) hatırınız hoş tutulur. Şunu
biliniz ki : Yüce Allah şu bulunduğum makamda, şu günümde, şu ayımda
ve şu yılımda sizlere Cum’a’yı farz kılmış bulunuyor. Ve bu kıyâmete
kadar böylece devam edecek. Benim hayatımda, ya da benden sonra adaletli
yahutta zâlim bir imamı bulunduğu halde, onu hafife alarak yahut ta
inkâr ederek kim terkederse; Allah, onun iki yakasını bir araya
getirmesin, hiç bir işini mübarek kılmasın. Haberiniz olsun, böyle bir
kimsenin ne namazı vardır ne zekâtı, ne haccı, ne orucu ve ne de iyiliği
Tâ ki tövbe edinceye kadar. Artık kim tövbe ederse, Allah, onun
tövbesini kabul etsin. Şunu da biliniz ki : Hiç bir kadın bir erkeğe
imam olmasın. ( Okuması düzgün olmayan bir bedevî) Arap, bir muhacirin
önüne geçip imam olmasın. Fâcir bir kimse de, kılıcından ya da copundan
korktuğu bir zorbanın kendisini zorlaması hali dışında da mü’min bir
kimseye imam olmasın. ” ( İbn Mâce, Sünen, İstanbul 1401, I, 343, Hadis
no : 1081).
Hz. Peygamber’in Benu Sâlim yurdunda kıldırdığı ilk Cum’a namazında
cemaatin kırk veya yüz kişi olduğu söylenir. Bu mescide sonradan
“Mescid-i Cum’a” adı verilmiştir. Cum’a âyetinin Mekke’de nâzil olduğu
da ihtimal dahilindedir. Peygamber ( s.a.s.) Cum’a hutbesi için bir
hurma kütüğü edinmiş, ensârdan bir kadının aynı zamanda marangoz olan
kölesinin ılgın ağacından yaptığı üç ayaklı minber, mescide konuncaya
kadar onun üzerinde Cum’a hutbelerini okumuştur. Yeni minber gelip de
Peygamber ( s.a.s.) hutbe için üzerine çıkınca eski hurma kütüğünden
deve iniltisi gibi bir ses çıkmış, Peygamber de inerek elini üzerine
koyunca susmuştur. Bu hâdise Hz. Peygamber’in bir mucizesi olarak
“Cizu’n-nahle” adıyla meşhur olmuştur.
Peygamber ( s.a.s.) camiye girince, cemaata selam verir; minbere
çıkınca, onlara döner ve ikinci bir selamdan sonra otururdu. Bu oturuşa
“Celsetu’l-istiraha” denir. Bilâl ezan okumağa başlar; bitirince,
Peygamber ( s.a.s.) kalkarak hamd ve senâdan sonra, vaaz ve nasihatı
muhtevî bir hutbe okurdu. Bir müddet oturduktan sonra tekrar kalkıp,
ikinci hutbeyi de okur ve minberden inerdi. Kamet getirildikten sonra
iki rek’at olarak Cum’a namazını kıldırırdı. Cum’a namazının ilk
rek’atında ekseriyetle Cumu’a sûresini ve ikinci rek’atta da Münâfıkun
sûresini yüksek sesle okurdu. Cemaat en fazla Cum’a namazında toplandığı
için, Cumu’a sûresini okumakla, onlara cum’a’nın âdâb ve erkânını
öğretmiş ve Münâfıkûn sûresini okumakla da, münâfıklardan sakınmaları
lüzumunu ihtar etmiş oluyordu. Sonraları ilk rek’atta A’lâ ve ikincide
de Câşiye sûrelerini okuduğu rivâyet edilmiştir.
Halife Hz. Ebû Bekir ve sonra Hz. Ömer ( r.a.) zamanında bu şekilde
Cum’a namazı kılındı ise de; Halife Hz. Osman ( r.a.) zamanında şehrin
nüfusunun arttığı ve halkın câmiden uzak yerlerde ikâmet ettiği
gözönünde tutularak, namaz vaktinin geldiğini ilân için mescidin dışında
bir ezan okutturulmağa başlandı. Bu ezan Zavra’da okunuyordu. Hz.
Osman’ın okuttuğu bu ezan ( dış ezan) diğer memleketlerde de okunmağa
başlandı. Kendisinden seksen sene sonra Hişam b. Abdu’l-Melik de bu dış
ezanın hariçte, mesela Medine’nin Zavra’sı gibi şehrin ortasında
okunacak yerde, camiin minaresinde okunmasını emretti.
Böylece kitap, sünnet ve icmai ümmet ile sabit olan Cum’a namazı gücü
yeten ve şartları kendinde bulunan her mükellef müslümana farz-ı
ayındır. İki rek’at olan Cum’a namazını herhangi bir sebepten kılamamış
olanlar, öğle namazını dört rek’at olarak kılarlar. Bütün namazlarda
şart olan İslâm, akıl, büluğ, tahâret şartlarından başka Cum’a namazının
farziyet ve edâsının şartları vardır.
Cum’a Namazının Farz Olmasının Şartları
Cum’a namazı; namaz, oruç, hac, zekât kelimeleri gibi, fıkıh usulü
açısından “kapalı anlatım ( mücmel)” özelliği olan bir terimdir. Bu
yüzden onun kılınış şekil ve şartları âyet, hadis ve sahabe
açıklamalarına ihtiyaç gösterir. Çünkü Allah elçisi “Namazı benim
kıldığım gibi kılınız” ( Buhârî, Ezan, 18; Edeb, 27) buyurmuştur.
Câbir b. Abdullah’ın naklettiği bir hadiste şartlar şöyle belirlenmişti :
“Allah’a ve âhiret gününe inananlara Cum’a namazı farzdır. Ancak yolcu,
köle, çocuk, kadın ve hastalar bundan müstesnadır” ( Ebû Dâvud, I, 644,
H. No : 1067; Dârakutnî, II, 3; Bağavî, Şerhu’s-Sünne, I, 225) Bu
istisnaların dışında kalan her müslüman erkek bu namazla yükümlü
demektir. Buna göre şartlar şöyledir :
A) Erkek olmak : Cum’a namazı kadınlara farz değildir. Ancak namazı
cemaatle kılarlarsa bu yeterli olup, öğle namazını kılmaları gerekmez (
es-Serahsî, II, 22, 23; İbn Abidin, Reddü’l-Muhtâr, I, 591, 851-852).
B) Hür olmak : Hürriyetten yoksun bulunan esir ve kölelerle, ceza
evindeki hükümlülere, Cum’a günü öğle namazını kılmaları yeterlidir.
Cum’a namazı farz değildir. Ancak anlaşmalı ( mükâteb) kölelerle,
kısmen azad edilmiş kölelere farzdır. Kendisine Cum’a namazı farz
olmayan köle esir veya mahkumlar her ne sûretle olursa olsun, Cum’a’yı
kılmış olsalar, sahih olur.
C) Mukîm olmak : Yolcuya Cum’a namazı farz değildir. Çünkü o, yolda ve
gittiği yerlerde genel olarak güçlüklerle karşılaşır. Eşyasını koyacak
yer bulamaz veya yol arkadaşlarını kaybedebilir. Bu sebeple ona bazı
kolaylıklar getirilmiştir.
D) Hasta olmamak veya bazı özürler bulunmamak : Namaza gidince
hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimselere Cum’a farz
olmaz. Yine, hasta bakıcı, aciz ihtiyar, gözü görmeyen, ayaksız, kötürüm
ve müslümanlar Cum’a’yı kılarken onların güvenliğini sağlamakla görevli
olan emniyet nöbetçisi gibi özrü bulunanlar, vakit bulunca öğle namazı
kılmakla yetinirler. Ancak bu kimseler cemaatle Cum’a namazına
katılırlarsa yeterli olur ( es-Serahsî, II, 22, 23; İbnü’l-Humam,
Fethu’l-Kadir, I, 417)
Ayrıca, düşman korkusu, şiddetli yağmur ve çamur, ağır bir hastaya bakma
gibi özürler de Cum’a namazını kılmamayı mübah kılan özürlerdir. Körün,
elinden tutup camiye götürecek kimsesi olursa, Cum’a’yı kılması İmam
Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre farz olur. Üzerlerine Cum’a namazı kılması
farı olmayan müslüman kimseler, Cum’a’yı kılmaya imkan bularak kılsalar,
vaktin farzını eda etmiş olurlar, artık o günün öğle namazını kılmaları
gerekmez. Cum’a namazı kılmaları farz olmayan kimseler, bulundukları
bölgede Cum’a namazı kılınıyor ise, öğle namazını cemaatle değil, yalnız
başlarına kılarlar. Bulundukları bölgede Cum’a namazı kılınmıyor ise,
öğle namazlarını cemaatle kılabilirler.
Cum’a namazının sahih olması için gerekli şartlar ( edasının şartları)
Kılınan bir Cum’a namazının geçerli olması için aşağıdaki şartların bulunması gerekir :
A) Cum’a Kılınacak Yerin Şehir veya Şehir Hükmünde Olması
Bu şart, bazı nakillere ve sahabe uygulamalarına dayanır. Hz. Ali’den
şöyle dediği nakledilmiştir : “Cum’a namazı, teşrik tekbirleri,
Ramazan ve Kurban Bayramı namazları, yalnız kalabalık şehir veya
kasabalarda eda edilir. İbn Hazm ( ö. 456/1063) bu naklin sağlam
olduğunu ortaya koymuş, Abdurrezzak aynı hadisi Ebû Abdirrahman
es-Sülemî aracılığı ile Hz. Ali’den rivâyet etmiştir. Hz. Ali’nin sözü
İslâm hukukçularınca bu konuda yeterli bir delil sayılmıştır.(
Abdurrezzak, el-Musannef, III,167-168, H. No : 5175, 5177; İbn Ebi
Şeybe bunu Abbad b. el-Avvâm’dan, benzerini Hasan el-Basrî, İbn Sîrîn ve
İbrahim en-Nehâî’den nakletmiştir; İbnu’l-Hümam, a.g.e., I, 409).
Bu konuda rivâyet edilen nakillerde geçen “kalabalık şehir” sözü İslâm hukukçularınca şöyle tarif edilmiştir :
Ebû Hanife ( ö. 150/767)’ye göre valisi, hâkimi, sokak, çarşı ve
mahalleleri olan yerleşim merkezleri “kalabalık şehir” niteliğindedir.
Ebû Yusuf ( ö. 182/798 ), halkı en büyük mescide sığmayacak kadar
kalabalık olan yerleri şehir sayarken İmam Muhammed ( ö. 189/805),
yöneticilerin şehir olarak kabul ettikleri yerleri şehir kabul eder.
İmam Şâfiî ( ö. 204/819) ve Ahmed İbn Hanbel ( ö. 241/855) bu konuda
nüfus sayısı kriterini getirir. Onlara göre, kırk adet akıllı, ergin,
hür ve mukîm erkeğin yaz kış başka beldeye göç etmeksizin oturdukları
yerleşim merkezleri şehir sayılır ve kendilerine Cum’a namazı farz olur (
es-Serahsî, a.g.e. II, 24, 25; el-Kâsânî, I, 259; el-Cezerî,
Kitabü’l-Fıkh ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa, Mısır ( t.y.) I, 378, 379;
Abdurrahman el-Mavsılî, el-İhtiyâr, Kahire ( t.y.) I, 81).
İmam Mâlik ( ö. 179/795)’e göre, mescidi ve çarşısı olan her yerleşim
merkezi şehir sayılır. Köy ve şehir kelimeleri eş anlamlıdır. Nüfuz az
olsun çok olsun hüküm değişmez. Cum’a namazının küçük yerleşim
merkezlerinde de kılınabileceğini söyleyenlerin dayandığı deliller
şunlardır :
1) Ebû Hüreyre ( ö. 58/677), Bahreyn’de görevli iken Hz. Ömer’e Cum’a
namazının durumunu sormuş, Hz. Ömer kendisine; “Nerede olursanız olunuz,
Cum’a namazını kılınız” şeklinde cevap vermiştir.
2) Ömer b. Abdülazîz ( ö. 101/720), komutanı Adiy b. Adiy’e yazdığı
mektupta, ( ahalisi) “çadırda yaşamayan herhangi bir köye gelince :
orasının halkına Cum’a namazı kıldıracak bir görevli tayin et” demiştir.
3) İmam Mâlik, ashâb-ı kirâmın Mekke ile Medine arasında su başlarında
Cum’a namazını kıldıklarını nakleder ve o yörelerde herhangi bir şehir
bulunmadığını belirtir ( es-Serahsî, a.g.e., II, 23, Ahmed Naim,
Tecrid-i Sarih Terc. ve Şerhi, III, 45, 46).
4) İbn Abbas, Medine’deki Peygamber mescidinden sonra ilk Cum’a
namazının Bahreyn’de “Cuvâsâ” denilen bir köy ( karye) de kılındığını
söylemiştir ( Buhârî, Cum’a, II, ( I. s. 215); Bağavî, a.g.e., IV,
218; İbnü’l-Hümâm, a.g.e., I, 409)
Cum’a namazının büyük yerleşim merkezlerinde kılınacağı görüşünde olan
İslâm hukukçuları yukarıdaki delilleri şöyle değerlendirmişlerdir :
1) Hz. Ömer’in sözü, ashâb-ı kirâm arasında çöllerde ve sahralarda Cum’a
namazı kılınamayacağı bilindiği için, “hangi şehirde bulunursanız
bulunun, Cum’a namazı kılın” şeklinde anlaşılmıştır.
2) Ömer b. Abdülaziz’in sözü, kişisel bir görüş olduğu için delil sayılmamıştır.
3) Kendilerinde Cum’a kılındığı bildirilen “Eyle”, Bahr-ı Kulzüm
üzerinde önemli bir iskele, “Cuvasâ” da Bahreyn’de Abdulkays’a ait bir
kaledir. Buraları “köy ( karye)” olsalar bile, devletçe tayin edilen
yöneticileri ve zabıta kuvvetleri bulunduğu için şehir hükmünde
sayılırlar ( Ahmed Naim, a.g.e., III, 46). İbn Abbas’ın sözünde, Cüvâsâ
için, “köy” denilmesi, o devirlerde buranın “şehir” sayılmasına engel
değildir. Çünkü onların dilinde karye kelimesi şehir anlamında da
kullanılıyordu. Kur’ân-ı Kerîm’de de bu anlamda kullanılmıştır. Bu
Kur’ân, iki köyden ulu bir adama indirilmeli değil miydi?” ( Zuhruf,
43/31). Âyetteki “iki köy ( karye)” den maksat Mekke ile Tâif’dir.
Diğer yandan Mekke şehrine “Ümmü’l-Kura ( köylerin anası)” adı
verilmiştir ( Şürâ, 42/7). Mekke’nin şehir olduğunda şüphe yoktur.
Cuvâsa da bir kale olduğuna göre : hâkimi, yöneticisi ve âlimi vardır.
Bu yüzden es-Serahsî ( ö. 490/1097), Cuvâsâ için eş anlamlısı olan
“şehir ( mısr)” kelimesini kullanır ( es-Serahsî, a.g.e, II, 23)
Abdurrezzak, Hz. Ali’nin Basra, Kûfe, Medine, Bahreyn, Mısır, Şam,
Cezire ve belki Yemen’le Yemâme’yi şehir ( mısr) kabul ettiğini
belirtir ( Abdurrezzak, a.g.e., III, 167)
Ebû Bekir el-Cassâs ( ö. 370/980), “Eğer Cum’a, köylerde câiz olsaydı,
şehir hakkında olduğu gibi, insanların ihtiyacı yüzünden, bu da
tevatüren nakledilirdi” der ve Hasan’dan, Haccac’ın şehirlerde Cum’a’yı
terkedip, köylerde ikâme ettiğini nakleder. ( el-Cassâs,
Akhâmu’l-Kur’ân V, 237, 238 )
İbn Ömer ( ö. 74/693), “Şehire yakın olan yerler, şehir hükmündedir”
derken, Enes b. Mâlik ( ö. 91/717), Irak’ta bulunduğu sırada Basra’ya
dört fersah uzaklıktaki bir yerde ikâmet eder ve Cum’a namazına kimi
zaman gelirken kimi zaman da gelmezdi. Bu durum onların Cum’a’yı yalnız
şehir merkezlerinde câiz gördüklerine delâlet eder. ( el-Cassâs, aynı
yer)
Uygulama örnekleri :
a) Allah elçisi hayatta bulunduğu sürece, Cum’a namazı yalnız Medine
şehir merkezinde kılınmış ve çevrede bulunanlar da namaz için merkeze
gelmişlerdir.
Hz. Âişe ( ö. 57/676)’den, şöyle dediği nakledilmiştir : “Müslümanlar
Hz. Peygamber devrinde Medine’ye Cum’a namazı için yakın menzil ve
avâlilerden nöbetleşe gelirlerdi” Menzil, Medine çevresindeki bağ-bahçe
evi de mektir. Avâlî ise, Medine civarında, Necid tarafında, Medine’ye
yaklaşık 2-8 mil uzaklıktaki küçük yerleşim merkezleridir. Ashâb-ı Kirâm
bu yerlerden nöbetleşe Cum’a namazına geldiklerine göre kendilerine
Cum’a namazı farz değildi. Aksi halde kendi yörelerinde Cum’a namazını
cemaatle kılmaları veya hepsinin Medine’ye gelmesi gerekirdi. Diğer
yandan Allah elçisinin Kubalılar’a, Medine’de Cum’a namazında hazır
bulunmalarını emrettiği nakledilir. Kuba, o devirde Medine’ye iki mil
uzaklıktadır.
b) Hulefâ-i râşidîn döneminde bir takım ülkeler fethedilince, Cum’a’lar
yalnız şehir merkezlerinde kılınmıştır. Bu uygulama, onların “şehir (
büyük yerleşim merkezi)” olmayı Cum’a’nın sıhhat şartı saydıklarını
gösterir. Öğle namazı farz olduğu için, onun Cum’a namazı sebebiyle
terkedilmesi kesin bir nass ( âyet-hadis) ile mümkün olabilir. Kesin
nass ise, Cum’a’nın şehir merkezlerinde kılınması şeklinde gelmiştir.
Cum’a İslâmî prensip ve emirin en büyüklerindendir. Bu da en iyi,
şehirlerde gerçekleşir. ( es-Serahsî, a.g.e., II, 23; el-Kâsânî,
a.g.e., l, 259; İbnü’l-Hümâm, a.g.e., II, 51)
Kaynaklarda verilen bu bilgiler ışığında konuyu aşağıdaki şekilde netleştirmek mümkündür.
a) Şehir ve kasabalar :
Valisi, müftüsü, İslâmî hükümleri icra edecek ve hadleri infâz edecek
güce sahip hâkimi ( kadı) ile güvenliği sağlayacak zabıtası bulunan her
yerleşim merkezi “şehir”dir. Sonraki İslâm hukukçularının eserlerinde”
yolları, köyleri, çarşı ve pazarları bulunma” özelliği üzerinde
durulmamıştır. Çünkü bir şehir veya kasabada bu özellikler zaten vardır.
Böyle bir kasabanın gerek mescidinde ve gerekse “musallâ ( namazgâh)”
denen yerlerinde Cum’a namazı kılınabilir. Bunda görüş birliği vardır (
İbn Âbidin, a.g.e., I, 546, 547 vd.) Bu tarife göre, vilâyet ve kaza
merkezleri şehir sayılır. Bunların durumu, şehir olduklarında şüphe
bulunmayan Mekke ile Medine’nin durumuna benzer.
b) Şehir hükmünde olan yerler :
En büyük mescidi, Cum’a namazı ile yükümlü olanları almayacak kadar
kalabalık olan yerleşim merkezleri de “şehir” hükmündedir. Bu, Ebû
Yûsuf’un şehir tarifine uygundur. Sonraki İslâm hukukçularının çoğu, bu
görüşü izlemişlerdir. Bu yerler resmi bir görevli bulununca, İmam
Muhammed’in şehir tarifine de uygun düşer ( es-Serahsî, a.g.e., II, 23,
24; el-Kâsânî, a.g.e., 259, 260; el-Mavsılî, a.g.e., I, 81; el-Cezirî,
a.g.e., I, 378, 379). Bu ölçüye göre, nâhiye merkezleri ile pek çok
büyük köyler de şehir hükmünde olur.
B) Devletin İzninin Bulunması
Cum’a namazının sahih olması için “devlet temsilcisinin izni” problemi
de İslâm hukukçularınca tartışılmıştır. Bu iznin gerekli olduğunu
söyleyenler olduğu gibi aksini savunanlar da bulunmuştur. Biz aşağıda
her iki görüşü ve delillerini vererek, konuyu değerlendirmeye
çalışacağız.
1) Hanefilerin görüşü :
Hanefi hukukçularına göre, Cum’a namazı için izin gereklidir.
Dayandıkları delil Câbir b. Abdullah ve İbn Ömer’den nakledilen ve
yukarıda da daha uzun bir şekilde kaydettiğimiz şu hadistir : “Kim
Cum’a namazını ben hayatta iken veya benden sonra adaletli ve câir (
zâlim) bir imamı ( önderi varken, onu küçümseyerek veya inkâr ederek
terkederse Allah iki yakasını bir araya getirmesin ve işini bitirmesin” (
İbn Mâce, İkâme, 78 ) İbn Mâce bu hadisin senedinde bulunan Ali b.
Zeyd ve Abdullah b. Muhammed el-Adevî sebebiyle isnâdı zayıf sayar.
Heysemî, hadisin benzerini naklettikten sonra şöyle der : Bu hadisi
Taberanî, el-Evsat’ında nakletmiştir. Oradaki senedde Musa b. Atıyye
el-Bâhilî vardır. O’nun biyografisini bulamadım. Geri kalan râviler
güvenilir. ( Mecmau’z-Zevâid, II, 169, 170) Bu hadiste, Cum’a’nın
farzolması için adaletli veya adaletsiz bir yöneticinin bulunması
öngörülmüştür. Cum’a namazı büyük cemaatle kılınacağı ve hutbede topluma
hitap edileceği için onun toplum düzeni ile yakından ilgisi vardır.
Devletten izin alma şartı aranmazsa fitne çıkabilir. Cum’a kıldırmak ve
hutbe okumak bir şeref vesilesi sayılarak rekabet doğabilir. Bazı
kimselerin çekişme ve ihtirasları cemaatin namazını engelleyebilir.
Camide bulunan her grubun namaz kıldırmak istemesi, Cum’a’dan beklenen
faydayı yok eder. Bir grup kılarak, diğerleri çekilse yine amaca
ulaşılmaz. Kısaca hikmet ve toplum psikolojisi bakımından da Cum’a’nın
İslâm devletinin kontrolünde kılınması gereklidir.
Ancak yöneticiler Cum’a’ya ilgisiz kalır ve önemli bir sebep olmaksızın
müslümanları namaz kılmaktan alıkoymak isterse, onların bir imamın
arkasında toplanarak Cum’a namazı kılmaları mümkündür. İmam Muhammed, bu
konuda şu delili zikreder : Hz. Osman, Medine’de kuşatma altında
iken, dışarıda bulunan sahabiler Hz. Ali’nin arkasında toplanmış ve o da
Cum’a namazını kıldırmıştır. ( el-Kâsânî, a.g.e., I, 261;
el-Fetâvâ’l-Hindiyye, I,146; İbn Âbidin, a.g.e., I, 540) Bilmen, bunun
dâru’l-harpte mümkün ve câiz olduğunu belirtir ( Bilmen, Ömer Nasuhi,
Büyük İslâm İlmihali, İstanbul 1985, s. 162)
Devlet başkanı veya valilerin bizzat Cum’a namazı kıldırmaları gerekli
midir?. İbnü’l-Münzir şöyle der : “Öteden beri Cum’a namazını, devlet
başkanı veya onun emriyle kıldıracak bir kimsenin kıldırması şeklinde
uygulama yapılmıştır. Bunlar bulunmazsa, halk öğle namazı kılar” (
Ahmed Naîm Tecrid-i Sarih Tercümesi, III, s. 48 )
Burada şunu belirtelim ki, yukarıda kaydettiğimiz hadisten imam ya da
müslümanların halifesi yoksa, Cum’a namazı kılınamaz, diye bir hüküm
çıkarmak mümkün değildir. Bu hadisin ilgili bölümlerinin anlattığı,
“ister adil, isterse de zâlim olsun bir imamın varlığına rağmen” Cum’a
terk edilecek olursa, belirtilen tehditlerle karşı karşıya
kalınacağından ibarettir. Çünkü hadis, “imam yoksa Cum’a namazı
kılamazsınız” demiyor, olduğu halde kılınmazsa, son derece tehlikeli
tehditlerde bulunuyor. İmamın yokluğu halinde kılınmayacak olursa o
takdirde bu hadisten, olsa olsa tehditlerin daha hafif olacağı sonucuna
varılabilir. O da en müsamahalı bir istidlâl olur.
İçtihada dayalı olarak ileri sürülmüş gerekçelerin dışında, Cum’a
namazının kılınması için şart kabul edilen ve eda şartları arasında
sayılan imamın varlığı şartının nakli bir delili yoktur. Ayrıca bu şart,
yalnızca Hanefî mezhebinde öngörülmüş bir şarttır. Dolayısıyla terki
halinde terettüp edeceği bildirilen bir takım tehditlere maruz kalmamak
için, en azından ihtiyaten böyle bir şartı öngörmeyen diğer mezhep
imamlarının görüşlerine uyularak kılınması gerekir. Diğer taraftan
kaynaklarda hadis diye belirtilen : “Dört şey vardır ki, veliyyul
emirlere aittir : Cihad’tan elde edilen ganimetlerin paylaştırılması
zekât’ın toplanması, hudut ( şer’i cezaların tatbiki) ve Cum’a’ları
kıldırmak.” ifadeleri ise hadis değildir. Fethu’l-Kadir’de ( II, 412)
bunun İmam Hasan el-Basrî’ye ait bir söz olduğu belirtilmiştir. Son asır
alimlerinden Seyyid Sâbık da “Fıkhu’s-Sünne” adlı esrinde ( 1, 306)
bunun aynı şekilde Hasan’ü’l Basrî’ye ait bir söz olduğunu
kaydetmektedir. O halde böyle bir şartın öngörülmesi için dayanak teşkil
edebilecek nakli bir detil elde mevcut değildir. Bu konuda ileri
sürülen bu şartın sebebi, yalnızca karışıklık çıkma ihtimaline dayalı
bulunmaktadır.
Veliyyü’l-Emr yoksa
Veliyyü’l-Emr ve izn-i sultânî diye belirtilen hususun gerçekleşebilmesi
için, müslümanların başında en azından zâlim de olsa- bir yöneticinin
bulunması zorunludur. Başa geçmiş bulunan yöneticinin, İslâm’ı kabul
etmesi ise onun, müslümanların veliyyü’l-emr’i olarak görülmesinin
asgarî şartıdır.
Şunu da belirtelim ki, bu durumu şu anda bir vakıa olarak yaşıyan
bizleri, İslâm fakihleri de düşünmüş ve böyle bir durum halinde
müslümanların ne şekilde davranabileceklerini, daha doğrusu davranması
gerektiğini belirtmişlerdir. Şimdi bu konuda onların neler
söylediklerine kısaca bir göz atalım :
Bu konuda İbn Nüceym der ki :
“Şayet hiç bir şekilde kadı veya ölmüş olan halifenin ( yerine geçmiş)
halifesi yoksa, âmme de bir kişinin ( Cumu’a namazını kıldırmak üzere)
öne geçirilmesi üzerinde ictimâ edecek olsalar, zaruret dolayısıyla
caizdir.” ( İbn Nuceym, el-Bahrü’r-Râik, II, I55).
Buradaki : “zaruret dolayısıyla caizdir” ifadesi üzerinde kısaca
duralım : Anlaşılıyor ki, Cum’a namazı, herhangi bir şartının eksik
olması dolayısıyla terk edilmesi tavsiye edilen bir durum değildir.
Aksine bu gibi durumlarda -bu şartların gerçekleşme imkânı
bulunmadığından- zaruret hükümleri ile amel etmek söz konusudur. Buna
göre her halükarda cuma namzı kılmak gerekir. Eğer bazı şartlar eksik
olursa kılınmasa da dememiş. Nüceym gibi eşsiz fıkıh çalışmaları olan
bir âlim : “Zaruret dolayısıyla caizdir” gibi bir ifade kullanmaz,
“Cum’a namazı sâkıt olur” demesi gerekirdi.
Cuma namazı kaç rekattır? Efendimiz genelde cuma namazını kaç rekat kılmıştır?
Cuma namazının farzı iki rekattır. Cumanın farz olan bu iki rek`atından
ayrı olarak, dördü farzdan önce, dördü de farzdan sonra olmak üzere,
sekiz rek`at da sünneti vardır. Vakit girdikten sonra, önce cumanın dört
rek`atlı ilk sünneti kılınır. Ondan sonra camiin içinde iç ezan okunur.
Ezandan sonra hatib minbere çıkar ve hutbe okur. Hutbe bittikten sonra,
mihraba geçerek imam olur ve cemaatle iki rek`at cuma namazı kılınır.
Bu iki rek`at farzdan sonra, cemaat dört rek`at da cumanın son sünnetini
kılarlar. Böylece cuma namazı tamamlanmış olur.
Bundan sonra biri dört, diğeri iki rek`at olarak kılınan iki namaz daha
vardır ki, bunlar cuma ile ilgili değildir. Dört rek`atlı olan cumanın
ilk sünneti gibi kılınır. İstenirse, son iki rek`atta sûre okunmadan da
kılınabilir ( öğlenin farzı gibi). Kılınan bu namazın ismi, Zuhr-i
âhirdir. Niyet şöyle yapılır : “Niyet ettim vaktine yetişip de henüz
üzerimden sâkıt olmayan son öğle namazına.” Bu namaz şayet cuma
namazının sahih olmama durumu olursa, o günün öğle namazı yerine geçmesi
için fakîhler tarafından düşünülmüş bir tedbirdir. Şayet cuma namazı
sahih olmuşsa, bu namaz kazaya kalmış bir öğle namazı yerine geçer. Kaza
borcu olmayan için ise, nafile namaz hükmünü alır. Zaten cumanın
sünneti gibi kılınmasının efdal olması da bu sebebdendir. Zuhr-i âhirden
sonra da, iki rek`at vaktin sünneti diye bir namaz kılınır. Bu iki
rek`at, sabah namazının kazâsı olarak da kılınabilir.