

islamda Vakit ve Önemi ve Namaz Vakitleri Hakkında Önemli Bilgiler
VAKIT
Arapça “vekate-yekıtu” fiilinden “vakt” mastarı vakit koymak, vakit
tayın etmek demektir. Vakt bir isim olarak vakit, zaman, süreç anlamına
gelir. Çoğulu “evkât” tır.
Vakit bazı ibadetlerin yükümlünün üzerine farz olması için bir sebeptir.
Vakit girmedikçe farz da meydana gelmez. Mesela Ramazan ayının girmesi
orucun farz olmasına sebeptir. Hadiste, ” Ramazan hilâlini görünce oruç
tutunuz, Şevval hilâlini görünce de oruç yeyiniz” (Buhârî, Savm, II;
Müslim, Sıyâm, 4,18) buyurulur. Diğer yandan Kur`ân-ı Kerîm`de; “Sizden
kim Ramazan ayına yetişirse, onu oruçlu geçirsin” (el-Bakara, 2/185)
buyurularak, farz olan orucun vakti belirlenmiştir. Diğer yandan günlük
tutulan orucun da kendi vakti, ikinci fecirden güneşin batmasına kadar
olan süredir. Bu süre Kur`ân`da “Ramazan gecesinde ak iplik kara
iplikten ayırdedilinceye kadar yeyin için, sonra geceye kadar yani güneş
batıncaya kadar orucu tamamlayın” (el-Bakara, 2/187) âyetiyle
belirlenir.
Hac ibadetinde diğer şartların bulunması yanında Zilhicce ayının girmesi
ve Arefe günü ihramlı olarak Arafat`ta vakfede hazır bulunulması
şarttır. Bu yüzden Hicaz`a gitme imkânı bulduğu halde hac günlerinden
önce vefat eden kimseye hac farz olmaz.
Zekât bakımından da, Müslüman, akıllı, ergin olma ve asl ihtiyaçları
dışında nisap miktarı mala sahip bulunma yanında bir kamerî yılın da
vakit olarak geçmesi gerekir. Bu süre geçmeden yoksul düşme veya vefat
etme durumunda zekât farz olmaz.
Vakit, namazın şartlarından bir tanesidir. Namaza başlamadan önce
bulunması gereken farzlar altı tane olup şunlardır: a) Hadaten
temizlenme, b) Necasetten temizlenme, c) Avret yerini örtmek, d) Kabeye
yönelmek, e) Vakit, f) Niyet. Bunlara “namazın şartları” da denir.
Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitir namazı, teravih ve bayram
namazları için belirli vakitler konulmuştur. Farz namazları sabah, öğle,
ikindi, akşam, yatsı namazlarıdır. Cuma namazı da öğle namazı yerine
geçer. Vaktinden önce kılınacak farz namaz sahih olmadığı gibi,
vaktinden sonraya bırakılan namaz da kazaya kalmış olur. Kur`ân-ı
Kerîm`de şöyle buyurulur: “Şüphesiz namaz, mü`minler üzerine vakit ile
belirlenmiş olarak farz kılınmıştır” (en-Nisâ, 4/103).
Cebrâil aleyhisselâm, Hz. Peygamber`e beş vakit farz namazların
başlangıç ve sonunu şöyle belirlemiştir: “Câbir (r.a)`ten rivayete göre
şöyle demiştir: “Cebrail (a.s) Allah elçisine gelerek “Kalk namaz kıl”
demiştir. Hz. Peygamber güneş tepe noktasından batıya meylettiği zaman
öğle namazı kılmıştır. Sonra Cebrâil (a.s) yine ikindi vaktinde gelerek,
namaz kılmasını istemiş, Rasûlüllah (s.a.s) kalkıp ikindi namazını
kalmıştır. Sonra akşam vaktinde gelip, namaz kılmasını söylemiş, Hz.
Peygamber de güneş batınca akşam namazını kılmıştır. Sonra yatsı
vaktinde gelip, namaz kılmasını söylemiş ve Hz. Peygamber aydınlık
kaybolunca yatsı namazını kılmıştır. Sonra Cebrâil (a.s) sabah vaktinde
gelerek, namaz kılmasını söylemiş, Hz. Peygamber de fecr-i sadığın hemen
ardından sabah namazını kılmıştır. Sonra ertesi gün öğle vaktinde
gelerek, namaz kılmasını söylemiş, Hz. Peygamber, her şeyin gölgesi bir
misli uzadığı bir sırada öğle namazını kılmıştır. Sonra ikindi vaktinde
gelip, namaz kılmasını söylemiş, o da ikindi namazını her şeyin
gölgesini iki katına uzadığı bir sırada kılmıştır. Sonra akşamleyin aynı
vakitte geldi ve önceki günün vaktinde kıldırdı. Sonra yatsı vaktinde
gecenin yarısı geçtikten sonra veya gecenin üçte biri geçtikten sonra
geldi ve Hz. Peygamber yatsı namazını kıldı. Sonra ortalık iyice
aydınlanınca geldi ve namaz kılmasını söyledi. O da sabah namazını
kıldı. Sonra Cebrâil (a.s) şöyle dedi: “Bu iki vaktin arası sabah
vaktidir” (Buhârî, Mevâkît, 24, Ezan,162; Tirmizî, Salât,1; Ahmed b.
Hanbpl, I, 382, III, 330, 331, 352, IV, 416; eş-Şevkânî; Neylü`l Evtâr,
I, 300). Buhârı, bu hadisin namazların vakitleri konusunda en sağlam
hadis olduğunu söylemiştir. Hadis, akşam namazı dışındaki namazların iki
vakti olduğuna, başka bir deyimle iki vakit arasında kılınabileceğine
delâlet etmektedir (eş-Şevkânî, a.g.e., I, 300).
————-
Zaman nasıl kullanılır, zaman tanzimi konusunda bilgi verir misiniz?
Boş yere geçen her ânın, pek çok fırsatları da beraberinde götürdüğü
kabul etmemiz gereken bir gerçektir. Çünkü insanın vakti dünyanın ömrüne
nisbetle çok az ve kısadır. Bu bakımdan, tek bir saniyesi dahi altından
daha kıymetli olan zamanın, ebedî hayata nur ve ışık tutacak
meşguliyetlerle geçmesi gerekir. Bunun için, mü’minin ibadeti ve işi bir
hayır üzere olduğu gibi, geriye kalan zamanı da mânâsız olmamalı, meşru
dairede yaşanmalıdır. Tâ ki, bir taraftan kazanırken, diğer yandan
kaybetmiş olmasın.
Zamanımızda, insanın zamanını katleden o kadar lüzumsuz meşguliyetler
vardır ki, bunlardan birçoğu maddî ve mânevî gelişmeye bir sahip
olmadığı gibi, insanı yaratılış hikmetinden uzaklaştırdığı da bir
gerçektir. İşte, insan bu çeşit gayesiz ve hedefsiz şeylerden kendisini
ne kadar çekip çevirse o derece kâr içinde olur.
“İki şey vardır, insanların çoğu onun değerini bilmezler: Sıhhat ve boş vakit.”(Hadis-i Şerif)
Hayata atılan bir kimsenin başarılı olmasında onun “zaman” anlayışının
büyük önemi vardır. Zaman konusunda araştırma yapan sosyologlar ileri ve
geri memleketler arasında zaman kavramının farklı telakki edildiği
müşahede edilmiştir. Onlara göre ileri memleketlerde işlerin, önceden,
zamana göre tanzimi ve her işin, ona tahsis edilen zaman dilimi içinde
yapılması şarttır. Takvime göre hareket, hayatın disipline edilmesi,
insan ömrünün azami şekilde verimli kılınması demektir.
KUR’AN’DA ZAMAN
Kur’an-ı Kerim, üzerinde dikkatleri canlı tutmak için zamanı hatırlatan
tabirleri sıkça kullanır. Her çeşit farz, vacip ve nafile namazlar zaman
tanzimine de yönelik gayeler taşımaktadır. Bu açıdan, din, amirlerin
büyük çoğunluğuyla, insana zamanı azami ölçüde değerlendirmeyi
öğretmektedir. Hatta asıl gaye budur denilebilir.
Kur’an’ın Zamanı İfade Şekli:
“Zaman” lügat açısından “uzun veya kısa vakit” anlamına gelir. Kur’an,
zaman yerine daha çok vakit kelimesini tercih eder ve kullanır. Bu
kelime lügat yönüyle “bir iş için belirlenen zamanın nihayeti” demektir.
Kur’an-ı Kerim’de zamanla alakalı gün, hafta, yıl, asır, vakit, saat
kelimeleri bir ferd için hangisi daha önemli ise önem miktarı kadar
tekrar edilmiştir. Ferd için en ehemmiyetli gün olduğundan Kur’an’da en
çok zikredilen “Yevm” yani “Gün” kelimesidir ki 475 defa
zikredilmektedir. Kur’an-ı Kerim ilk sayfalarından itibaren, en son
sayfalarına kadar, hiç fasıla vermeden, okuyucusuna zaman mefhumunu
hatırlatmaktadır.
Arapçada “Leyl” (gece) kelimesi güneşin batması ile, sabahleyin fecr-i
sadık denilen ikinci fecrin doğuşuna kadar geçen zamanı ifade eder. Geri
kalan müddete de nehar (gündüz) denir. Kur ‘an-ı Kerim’de gündüz
(nehar) 57, gece (leyl) 92 kere zikredilir. Gece müddeti, yıllık olarak
ele alınınca günün tam yarısı eder. Bu nedenle azami ölçüde
değerlendirilmelidir.
Farz namazların mühim gayelerinden biri, Müslüman kimseye, günlük zamanı
taksim ve programlama alışkanlığı kazandırmaktadır. Kıyamu’l-leyl (gece
kalkışı)’e Kur’an-ı Kerim önem vermektedir. Büyük İslam
medeniyetlerinin parlama dönemlerini hazırlayanların hayatında gece
kalkışı önemli yer tutar. Kıyamu’l-leyl Peygamber Efendimiz’e (asm)
farzdı, fakat ümmetine nafiledir. Bu sünnet Kur’an-ı Kerim’in emridir.
“Rabbin adını sabah-akşam an (zikret). Geceleyin O’na secde et. O’nu geceleri uzun uzun tesbih et.” (İnsan, 76/26).
“Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten
çekinen ve Rabbinin rahmetinden dileyen kimse inkar eden kimse gibi olur
mu?” (Zümer, 39/9).
Fakat daha sonra (8 ayda 10 yıl arasında değişen bir müddet sonra
geldiği belirtilir). Kur’an-ı Kerim’de gece kalkışıyla alakalı
hafifletmeler ifade edilmiştir. Hastalar, cihada çıkanlar gibi
mazeretliler muaf tutulmuştur. Gece kalkılacak müddet enaz gecenin
dörtte biri, en fazla dörtte üçü olarak belirtilmiştir. Bu farklılık
gecenin uzunluğundan dolayıdır. Kıyamu’l-leyl öncelikle ibadet, yani
namaz ve tilavet-i Kur’an içindir. İlimle de meşgul olunabilir.
Kıyamu’l-leyli Kur’an-ı Kerim’de gece kelimesinin gündüz kelimesinden
çok zikredilmesi ve bu emrin Pegamber Efendimize (asm)’e
peygamberliğinin ilk yıllarında verilmesi önemli kılmaktadır.
ZAMANLA İLGİLİ TELAKKİ VE TEDBİRLER
Vicdani tedbirleri almaya telakki diyoruz. İnsanın yaşadığının şuuruna
erebilmesi için, ömrünün her gününü aynı tarzda geçirmemelidir. Bazı
aylar, bazı saatler diğerlerine nazaran farklı olmalıdır. Dinimizdeki
mübarek aylar ve günlerle bu sağlanmaktadır. Bu farklı değerdeki aylar,
günler sayesinde insanda hasıl olabilecek monotonluk kırılmaktadır.
Ahirete inanan, her gününden, her saatinden hesap vermenin endişesini
vicdanının derinliklerinde duyan bir kimse için zaman değerlendirmede
mühim bir telakki, ömrünü içinde bulunduğu gün bilmesidir. Birçok
fenalıkların kaynağı tûl-i emel denilen uzun yaşama vehmi kabul
edilmiştir.
İslam dini günlük zamanı üç ana maksada uygun olarak programa bağlamamızı emreder;
1. İbadet
2. Rızkın kazanılması
3. Hayatımızı murakabe ve tefekkür
PEYGAMBERİMİZİN HAYATINDA ZAMAN TANZİMİ
Peygamber Efendimiz (asm) günlere göre haftalık, vakitlere göre günlük
programlara tabi kılmıştır. Peygamber Efendimiz (asm) haftalık belli
günlerde aynı işleri yapmaktadır. Günlük ise muvakkat işler ki bunlar
önceden programlanmaksızın zuhur eden işlerdir. Bir heyetin kabulü, bir
yabancının müracaatı , bir ihtiyacın zuhuru gibi. Bunlar imkan
nisbetinde tanzime çalışılmıştır. Mutad işlerse aynı günlerde aynı
vakitlerde yapılmaktadır. Her işe belli müddet vardır. O iş hergün aynı
müddet içinde tamamlanmaktadır.
İSLAMDA TATİL VE İSTİRAHAT
Tatil kelimesi boş vakit anlamında kullanılacaktır. İslam tamamen boş
geçirilecek bir vakit tanımaz. Kur’an-ı Kerim’de bize meşguliyetin
değiştirilmesi suretiyle dinlenme elde edileceğine işaret edilmektedir.
Buna bir nevi “çalışarak dinlenme” diyebiliriz. Müslümanlar, Yahudiler
ve Hrıstiyanlar gibi tamamen “işsiz” geçirilecek bir haftalık tatil
anlayışından uzak olmalıdır. Eğlencede şehvet duyma ve fitne çıkarma
ihtimali halinde, nazarın haram olduğunda ittifak vardır.
“İslam boş zaman kabul etmez.” derken, istirahatı reddeder manası
çıkarılmamalıdır. Kur’an-ı Kerim’de en iyi dinlenmenin kişinin kendi
evinde uyku ile olacağı beyan edilmiştir.
“Size geceyi örtü, uykuyu dinlenme (vasıtası), gündüzü de çalışma zamanı yapan Allah’tır.” (Furkan, 25/47).
“Allah sizin için meskenlerinizi huzur ve sükun yeri kıldı…” (Nahl, 16/80).
Yasak oyun ve eğlenceler; kumar oyunları, hayvanlarla oynamak, içkili,
çalgılı, kadınlı eğlencelerdir. Bazı oyunların faydalılık yani cihada
hazırlık yönü galebe çalar. Bu yüzden Hz. Peygamber (asm) onları ısrarla
teşvik etmiştir. Bu gruba yüzme, atma, binme, koşma ve güreş girer.
Meşru eğlence fırsatları ise çeşitli merasimler, ziyafetler (sünnet,
doğum, seferden dönüş, yeni meskene girme, musibetten kurtulma) ve
düğünlerdir.
İSLAM ALİMLERİNDE ZAMAN ENDİŞESİ
İslam alimlerinin zaman konusundaki müşterek telakkileri şöyledir:
“Geçmiş zaman elden çıkmıştır, gelecek ise henüz gaybdadır, öyleyse
mevcut olan senin içinde bulunduğun şu andır.” İslam alimleri
yemek-zaman, insanlarla münasebet, her an meşguliyet, son nefese kadar
gayret ilişkisine vermiştir. Yemek-zaman ilişkisini minimum azaltmak
için, ufalayıp tirit şeklinde ekmek yemekle, normal ekmek yemek
arasındaki farkı bile hesaplamışlardır. Davut et-Tai bu zamanda 50 ayet
okunacak kadar fark olduğunu tespit etmiştir. İmam Ebu Yusuf ise son
nefesine kadar ilmi meşguliyette bulunmuştur.
SONUÇ:
Her şey imanda düğümlenmektedir. Bu sebeple, dinimiz kuru iman ve
tatbikatı olmayan ilme itibar etmemiştir. Tatbikatı olmayan ilme
“faydasız ilim” demiştir.
Gençliğin daha sağlıklı, daha verimli kılınması için zamanla ilgili bazı prensipler şunlardır.
1. Gençliğe zaman şuuru verilmelidir.
2. Yıllık, aylık, haftalık, günlük planlar yapma, bu planlara uyma.
3. Gecenin değerlendirilmesi ayrı bir mesele olarak ele alınmalı, uyku miktarı iyice öğretilmelidir.
4. Devlet, yaş safhalarına göre kazandırılması gereken telakki ve alışkanlıkları tesbit etmelidir.
5. Devlet ve ebeveyn gençlik devresi üzerinde dikkatle durmalı, problemleri tesbit edip ısrarla üzerine gitmelidir.
————————-
Namaz Vakitleri Hakkında Kısaca Bilgi
Kur’аn’dа namaz vаkitlerine işaret eden birçok ayet vаrdır. Her bir
namaz vaktinin başlangıç ve sonu açıkça belіrtіlmemіştіr. Yerkürenin
şekline göre namaz vаkitleri hеr yеrdе fаrklılık arzеtmеktеdir. Namaz
vakitlerinin başlangıç vе ѕonu Peygamberimiz’in uygulamalarından
öğrenilmiştir. Peygаmberimiz bu vakitleri, kendiѕine Kabe’de iki gün
imamlık yaрan Cebrаil as’den öğrenmiştir.
1. Sabah namazının vaktі, ikinci fеcrin mеydana gelmesіyle, yani tan
yerinin ağarmasıyla başlar, güneşin doğmаsıylа son bulur. Fecir, sabaha
karşı dоğu ufkuna уaуılmaуa başlayan bir аydınlıktаn ibarettir.
Bununla sаbаh namazının vаkti gіrmіş olur. Güneşin dоğmaуa bаşlаmаsıуlа sаbаh nаmаzının vakti biter.
2. Öğle namazının vaktі, güneşin gökyüzünde çıktığı en yüksek
noktadan batıya dоğru meуletmesіуle başlar. Bu vаktin ѕonu іle іlgіlі
іkі görüş vardır. Ebu Yusuf, İmam Muhammed, Şafii, Malik ve Ahmed b.
Hanbel’e göre öğle vakti, сisimlerin gölgеsi bіr misli uzаyıncаyа kadar
devam eder. Cisimlerin, günеş tepe noktаsındа іken уere düşen gölgesіne
fеy-i zeval denіr.
Öğlen namazının ѕоn vаkti hеsap edilirken fеy-i zеval dikkatе
alınmaz. Böylеcе, fey-i zeval hariç, cisimlеrin gölgesi kendіlerіnіn bir
miѕli olunса öğle vakti çıkmış, іkіndі vakti girmiş olur.
Bunа “asr-ı evvel” bіrіncі ikindi denіr. Ebu Hanife’ye göre isе öğle
vakti, fey-i zеval dışında, сisimlerin gölgеsi iki katına uzayıncaya
kadar dеvаm eder. Bunа da “asr-ı sаni” ikinci ikindi
dеnir. Bu görüş farklılığı dikkatе аlınаrаk, öğle namazı “asr-ı
evvel”den öncе, іkіndі namazı ise “asr-ı sаni”dеn sonra kılınmalıdır.
3. İkindi nаmаzının vаkti, öğle vаktinin çıktığı аndаn itibаren başlar vе güneşіn batmaѕı
іle son bulur. Ülkemizdeki namaz vakitleri çizеlgеlеrindе ve takvіmlerde asr-ı еvvеl esas аlınmаktаdır.
Bu namazın, kеrahеt vаkti olarak bilinen güneşin sararıp gözlerі
kamaştırmayacağı vаkte kаdаr geсiktirilmemesine dіkkat edilmelidir.
Ancak ikindi namazının farzı kılınmamış ise güneş batıncaуa kadar
kılınmalıdır.
4. Akşam namazının vaktі, günеşіn batmasıyla başlar, bаtı ufkunda
mеydаnа gelen “şafak”ın kаybolmаsıylа ѕona erer. Ebu Hanife’уe görе,
“şafak” akşam batı ufkundаki kızıllıktan ѕonra meydana gelen
aydınlıktır. Ebu Yuѕuf, İmаm Muhammed ve diğer üç mezhebe göre, “şafak”
ufukta mеydana gеlеn kızıllıktır. Bu kızıllık gіdіncе аkşаm namazının
vakti çıkmış, yatsı vаkti girmiş olur. tercіh edіlen görüş de budur.
5. Yatѕı nаmаzının vaktі, batı ufkunda beliren şаfаğın
kаybolmаsındаn itibаren başlar, ikinci feсrin oluşumuna kadar devаm
eder.
Vitir namazının vaktі, yаtsı nаmаzının kılınmаsındаn sonradır.
Yatѕıyı ilk vaktindе kılanların kаlkаcаklаrındаn emin olurlаrsа vitri,
gece vаktine ertelemeleri müstehаptır.
Sahab namazı vakti __; imsaktan, güneş çıkana kadar
Öğle Namazı vakti ____; takvimlerde “öğle” başlangıcından sonra, ikindi vakti girene kadar
İkindi namazı vakti____; Akşam güneş batana kadar
Akşam Namzı vakti____; Yatsı vakti girene kadar
Yatsı Namazı vakti____; Sabaha kadar / imsaka kadar
Günde beş vakit namaz vardır Bunlar: Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı
namazlarıdır Bu namazların her birinin belirli vakitleri vardır Her
namazın kendi vaktinde kılınması şarttır Vaktinden önce bir namazı
kılmak caiz olmadığı gibi özürsüz olarak namazı vaktinden sonraya
bırakmak da büyük günahtır.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
“Şüphesiz namaz; mü’minler üzerine belirli vakitlerde farz kılınmıştır” (43)
Sabah Namazının Vakti: Sabaha karşı tan yerinin ağarmaya başlamasından, güneşin doğmasına kadar olan zamandır
Öğle Namazının vakti : Güneş tam tepemize gelip, gölge, doğu tarafına
uzanmaya başladığı vakitten itibaren -güneş tepe noktasında iken var
olan gölge müstesna- herşeyin gölgesinin bir veya iki misli oluncaya
kadar devam eden zamandır
İkindi Namazının Vakti: Öğle namazı vaktinin bitiminden güneş batıncaya kadar olan zamandır
Akşam Namazının Vakti: Güneş battıktan sonra başlayıp güneşin battığı
yerde meydana gelen kızıllık kayboluncaya kadar olan zamandır
Yatsı Namazının Vakti: Akşam namazının vakti çıktıktan sonra başlayıp sabah namazının vakti girinceye kadar devam eden zamandır
Vitir Namazının Vakti: Vitir namazının vakti de yatsı namazının vaktidir Ancak vitir namazı, yatsı kılındıktan sonra kılınır
Cuma Namazının Vakti: Öğle namazının vaktidir
Teravih Namazının Vakti: Yatsı namazının vaktidir
Bayram Namazının Vakti: Bayram günleri sabahleyin güneşin doğuşundan
yaklaşık 50 dakika geçtikten sonra başlayıp güneşin tepe noktasına
gelmesine kadar devam eden zamandır
Namaz Kılınmayan Vakitler
Günün bazı vakitlerinde hiçbir namaz kılınmaz Namaz kılınması câiz olmayan vakitler üçtür:
1) Güneş doğarken
2) Güneş tam tepe noktasına gelip batı tarafına geçmeden
3) Güneş batarken
Sadece o günün ikindi namazının farzı kılınmamış ise güneş batarken de kılınır
——————–
Takvimlerde imsak vakti diye yazıyor; bu imsak vakti nedir?
Takvimlerde yazan “imsak vakti”, oruç tutmak isteyenler için yeme
içmenin kesilip oruca başlama zamanını gösterdiği gibi, sabah namazının
da girme vaktini bildirir. Bu vakit girdikten sonra sabah namazı da
kılınabilir.
Buna göre sabah namazının vakti imsak ile girer, güneşin doğması ile
biter. Ancak Hanefilere göre hafif ışıyıncaya kadar bırakmak, Şafilere
göre ise erken, karanlık iken kılmak faziletlidir.
Tam namaz kılarken ve namaz bitmeden güneş doğarsa Hanefilere göre namaz
bozulur. Kerahet vakti çıktıktan sonra kazasını kılmak gerekir.
Yatsı namazı ne zamana kadar kılınabilir?
Yatsı namazı imsak vaktine kadar kılınabilir.
Yatsı Namazının Vakti:
Yatsı vakti, Hanefîlerde fetvaya esas olan görüşe ve diğer mezheplere
göre, batı ufkunda kırmızı şafağın kaybolduğu andan itibaren başlar ve
fecr-i sadığın doğmasından biraz önceki zamana kadar devam eder. Delil
Abdullah b. Ömer’den nakledilen şu hadistir:
“Şafak kırmızılıktır. Şafak kaybolunca yatsı namazını kılmak farz olur.”(es-San’ânî, Subulu’s-Selam, I/114).
Diğer yandan yatsı namazı için tercih edilen vakit, gecenin üçte biri
veya yarısı geçinceye kadar devam eder. Çünkü Allah Elçisi (asm) şöyle
buyurmuştur:
“Ümmetime zorluk vermesem, yatsı namazını gecenin üçte birine veya
yarısına kadar geciktirmelerini onlara emrederdim.”(eş-Şevkânî,
Neylü’l-Evtâr, II/11).
Enes (r.a), Hz. Peygamber (asm)’in yatsı namazını gecenin yarısına kadar
geciktirip, sonra kıldığını bildirmiştir (bk. a.g.e., II/12). Hz. Aişe
(r.anhâ)’den de şöyle dediği nakledilmiştir:
“Hz. Peygamber bir gece yatsı namazını geciktirdi. O kadar ki mescidde
bulununlar uyumuştu. Sonra çıkıp namaz kıldı ve şöyle buyurdu:
‘Eğer ümmetime zorluk vermesem bu vakit yatsı namazının vaktidir.’ ” (Buhârî, Mevâkît, 24; eş-Şevkânî, a.g.e., I/12).
Vitir namazının başlangıcı yatsı namazından sonradır, vaktinin sonu ise, sabah vakti girmeden hemen öncesine kadar olan zamandır
Teheccüd namazı ne zaman ve nasıl kılınır; nasıl niyet edilir?
Teheccüt namazı, yatsı namazından sonra geceleyin kılınır. Bir süre
uyuduktan sonra kalkılarak kılındığı için “teheccüd” denmiştir.
Yorgunluk sebebiyle gece kalkamayacağından korkan kimsenin uykudan önce
kılması da mümkündür. İki, dört veya sekiz rekât olarak kılınabilir. Çok
faziletlidir ve ümmete sünnettir. Cenâb-ı Hak Peygamber Efendimiz’e
(asm) bu namazı şu âyetle emretmiştir:
“Ey Resûlüm. Gece vakti de uyanıp, sadece sana mahsus fazladan bir
ibadet olarak teheccüd namazını kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir
makam olan en büyük şefaat makamına çıkarır.” (İsra, 17/79)
Teheccüt namazına, “Niyet ettim Allah rızası için teheccüt namazını kılmaya” diye niyet edilir.
Eğer gece teheccüt namazına kalkacak isek, vitir namazını geciktirip
teheccüdün ardından gecenin son namazı olarak kılmamız daha
faziletlidir.
Teheccüd ve vitir namazları geceye bırakıldığı zaman, namaz tesbihatını
yatsı namazından sonra yapmak gerekir. Vitir namazından sonra ayrıca
muhtelif dualar ve virdler yapılabilir.
Teheccüd namazı, gece boyunca sabah namazı vaktinin girmesine kadar
kılınabilir. Peki, sabah namazı vakti girdiği hâlde teheccüd namazını
kılmayan ne yapmalı?
Hazret-i Âişe (ra) diyor ki:
“Resûlullah Efendimiz (asm) ağrı, sızı veya başka bir sebeple gece
namazını kılamadığında, gündüzün on iki rekât kılardı.” (Müslim,
Müsâfirîn, 140)
Bir diğer rivayet de Hazret-i Ömer’den (ra):
Resûlullah Efendimiz (asm) buyurdu ki:
“Kim devam ettiği gece ibadetini veya virdini yapmadan uyuya
kalırsa, onu sabah namazı ile öğle namazı arasında ifa ettiğinde,
geceleyin ifa etmişçesine sevap yazılır.” (Müslim, Müsâfirîn, 142)
Hazır söz geceden açılmışken, geceleyin dileklerin kabul edildiği bir
saatle ilgili bir hadîsi de buraya almadan geçmeyelim. Cabir (ra)
rivayet etmiştir ki:
Allah Resulü (asm) şöyle buyurmuştur:
“Gecede bir saat vardır ki, bir Müslüman o saate rastlar da Cenâb-ı
Allah’tan dünya ve âhiret işinden bir hayır isterse, Allah o kimsenin
dileğini muhakkak verir. Bu her gece böyledir.” (Müslim, Müsâfirîn, 166,
167)
Sabah namazının vakti ne zaman başlar ne zaman sona erer; ezan neden imsaktan bir saat sonra okunuyor?
Sabah namazının vakti imsak ile girer, güneşin doğması ile biter. Ancak
Hanefilere göre hafif ışıyıncaya kadar bırakmak, Şafiilere göre ise
erken, karanlık iken kılmak faziletlidir.
Hanefi mezhebinde sabah namazının geç kılınması daha faziletli olduğu için, imsaktan hemen sonra kılınmamaktadır.
Ayrıca ezan imsak vaktinde değil de namaza başlanacağı vakit ezan okunur
ki, insanlar namazın kılındığı vakti bilip cemaate gelsinler diye
namazdan önce okunmaktadır.
İmsak girer girmez de namaz kılınabilir; ezanı beklemek şart değildir.
Tam namaz kılarken ve namaz bitmeden güneş doğarsa, Hanefilere göre
namaz bozulur. Bu namazı kerahet vakti çıktıktan sonra yeniden kılmak
gerekir.
Zamanında sabah namazını kılamayan bir Müslüman, güneş doğduktan ve
kerahet vakti çıktıktan sonra öğlen namazı girmeden (kerahet vaktinden
önce) kılarsa, hem sünnetini hem de farzını beraber kaza eder.
Namazları bilerek kazaya bırakmak büyük günahtır… Bu durmda hem tövbe etmek hem de ilk fırsatta kaza etmek gerekir.
Sabah namazının vakti ne zamandır? İmsak vakti girince, ezandan önce sabah namazı kılınabilir mi? Sabah namazının kazası?..
Sabah namazının vakti imsak ile girer, güneşin doğması ile biter. Yani
namazınızı takviminizde “imsak” yazan süreden itibaren “güneş” yazan
süreye kadar kılabilirsiniz. Sabah namazının vakti bu iki süre arasıdır.
Ancak Hanefilere göre güneşin doğmasına yakın, Şafilere göre ise
imsaktan biraz sonra kılmak faziletlidir.
Tam namaz kılarken ve namaz bitmeden güneş doğarsa Hanifilere göre namaz
bozulur; kerahet vakti çıktıktan sonra yeniden kılmak gerekir.
Zamanında sabah namazını kılamayan bir kişi, güneş doğduktan ve kerahet
vakti çıktıktan sonra, öğlen namazı girmeden kılarsa, hem sünnetini
hemde farzını beraber kaza eder.
Sabah namazı kazaya kalmışsa ve o gün öğleye kadar kılındığı zaman hem
sünnet hem de farzın kazası kılınır. Daha sonra kılındığı zaman sadece
farzının kazası kılınır.
İkindi namazının vakti, akşam namazının vaktinin girmesine kadar devam
eder. Ancak akşam namazından önceki 45 dakikalık vakit “kerahet vakti”
olduğu için, bu zamandan önce kılınmasına dikkat etmek gerekir. Eğer
kerahet vaktine kadar kılınmamışsa, kerahet vaktinde ikindinin sünneti
terk edilerek sadece farzı kılınır.
Namazı vaktin sonunda kılmanın bir günahı var mıdır? Ezan okunduğunda hemen namaz kılınabilir mi?
Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam, en faziletli amelin hangisi
olduğunu soran sahabiye: “Vaktinde veya vaktinin başlangıcında kılınan
namazdır.” buyurmuştur. (Buhari, Mevâkît 162)
“Namazların ilk vaktinde Allah’ın rızası, son vaktinde ise Allah’ın affı vardır.” (Tirmizi, Mevâkît 13)
Aslında genel olarak yukarıdaki hadislerden de anlaşılacağı üzere,
namazları ilk vaktinde kılmanın müstehap olduğunu söyleyebiliriz.
Bununla birlikte, Resülüllah (asm)’ın sünnetinde, bazı namazların
mevsim, iklim, v.s. gibi bazı değişik durumlar nazara alınarak, vaktin
evvelinden geciktirilerek kılınması daha faziletli sayılmıştır. Bununla
ilgili olarak örneğin yatsı namazının vaktiyle ilgili gelen
rivayetlerden bazıları şu şekildedir:
“Şüphesiz ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ateme (gecenin ilk üçte
biri geçtiği vakit) diye söyledikleri vakte kadar yatsı namazını
geciktirirdi ve yatsıdan önce uyumayı, ondan sonra konuşmayı (oturup
sohbet etmeyi) hoş karşılamaz mekruh sayardı.” (Buhari, Mevakit 13-20;
Müslim, Mesacid 218-225; Nesâi, Mevakıyt 20)
“Bir gece, yatsıyı gece yarısına kadar (şatru’l-leyl) tehir etti.
Sonra yüzü bize dönmüş olarak yanımıza geldi -sanki şu anda yüzüğünün
parıltısını görüyor gibiyim- ve şöyle dedi:
“İnsanlar namazlarını kıldılar ve yattılar. Siz ise, namazı
beklediğiniz müddetçe namaz kılma (sevabını alma)ktasınız.” (Buhârî,
Mevâkît 25, 40; Müslim, Mesâcid 223)
“Eğer ümmetime sıkıntı vermeseydim, yatsı namazını gecenin üçte
birine kadar geciktirmelerini emrederdim.” (Tirmizi, Mevâkît 10)
Buna göre Hanefiler, yatsı namazını gecenin ilk üçte birine kadar
geciktirmeyi müstehap, yarısına kadar geciktirmeyi mubah, gecenin
yarısından sonra kılınacak yatsı namazı için ise, mekruh demişlerdir.
Hanefi ulemasından bazısı buna tahrimen mekruh derken, diğer bazıları
bunu tenzihen mekruh olarak görmüşlerdir. Fakat şunu ifade etmek gerekir
ki, bu müstehaplık kış mevsimindedir. Yaza gelince zaten bu mevsimde
geceler kısa olduğundan, yatsı namazının önce kılınması müstehaptır.
Soruda geçen diğer konuya gelince:
Bir vakit girdikten sonra önceki vakitlerin namazı kazaya kalmış olur.
Kılınan namaz da kaza namazı olarak kılınır. Yani vakit çıkınca namaz
vakti de çıkmış olur.
Namazın farzlarından biri de vaktin girmiş olmasıdır. Mesela öğle namazı
vakti girmeden öğle namazını kılamayız. Namazların kılınma vakitleri
ise vaktin girmesiyle başlar, öbür vaktin girmesiyle biter. Bu iki vakit
arası namazlarımızı kılabiliriz.
Diyelim ki öğle namazınızı geciktirdiniz. İkindi yakın. Hemen namaza
durdunuz. Daha birinci rekatta iken ikindi vakti girdi. Ne yapacağız?
Hemen devam edip namazı tamamlayacağız, namazımız olur. Çünkü bir
hadiste “Namazın bir rekatına yetişen hepsine yetişmiş gibidir.”
buyurulur.
Hanefi ve Hanbeli mezhebine göre, kendisine tahsis edilen vakit içinde
bir namazın iftitah tekbirine yetişmekle bu namazın tamamı eda olur.
(Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, I/400)
Yalnız sabah namazı ile ikindi namazı biraz dikkatli kılınması lazımdır.
Sabah güneş doğarken ve akşam güneş batarken namaz kılmak güneşe
tapanlara benzememek için caiz değildir. Bu sebeple sabah namazı güneş
doğmadan bir iki dakika önce, ikindi namazını da güneş batmadan önce
bitirmek gerekiyor.
İşte ikindi namazını akşam güneş batımına sarkıtmamak için dikkatli
olmak lazımdır. Güneşin batmasına yakın kılmak bu sebeple mekruhtur. Hoş
olmasa bile yine namazımız caizdir, kabul edilir.
Sabah namazının vakti imsak ile girer, güneşin doğması ile biter. Ancak
hanefilere göre güneşin doğmasına yakın, şafilere göre ise imsaktan
biraz sonra kılmak faziletlidir.
Tam namaz kılarken ve namaz bitmeden güneş doğarsa Hanifilere göre namaz
bozulur. Kerahet vakti çıktıktan sonra yeniden kılmak gerekir.
Vaktin son on dakikasında namaz kılıp, arkasından öbür namaz vakti
girerse onu kılmak meselesi, öğle namazı ile akşam namazı için olabilir.
Zor durumlarda böyle bir çareye başvursak namazımız olur. Peygamberimiz
(asm) bir yolculukta öğle namazını geç kılmış, hemen arkasından ikindi
girmiş ve ikindiyi kılmıştır.
Fakat namazların vaktin başında kılınması daha faziletlidir. Vaktin sonu da olsa kazaya bırakmadan kılmak gerekir.
Sabah ve ikindi namazından sonra kaza kılınmaz mı?
Sabah namazından sonra, güneş doğana kadar ve ikindi namazından sonra kerahet vakti girene kadar kaza namazı kılınır.
Kaza namazı kılınmayan vakit sabah namazının çıkış vakti olan güneşin
doğuş esnası ile ikindi vaktinin çıkışı olan güneşin batış vaktinde kaza
namazı kılınmaz.
Kerahet vakitleri hakkında bilgi verir misiniz? Kerahet vakitlerinde kılınan farz ve nafile namazlar geçerli midir?
Beş vakit vardır ki, onlara “Mekrûh Vakitler” denir.
Birincisi: Güneşin doğmasından bir mızrak boyu (beş derece) ki,
memleketimize göre kırk ile elli dakika arasında bir zamanla yükselişine
kadar olan zamandır.
İkincisi: Güneşin yükselip de tam tepeye geldiği zeval anının bulunduğu vakittir.
Üçüncüsü: Güneşin sararmasından ve gözleri kamaştırmaz bir hale gelmesinden itibaren batışı zamanına kadar olan vakittir.
Dördüncüsü: Fecr-i Sadık’ın doğmasından güneşin doğacağı zamana kadar olan vakittir.
Beşincisi: İkindi namazı kılındıktan sonra güneşin batmasına kadar olan vakittir.
Evvelki üç kerahet vaktinde ne kazaya kalmış farz namazlar, ne vitir
gibi vacib olan namazlar, ne de önceden hazırlanmış bir cenaze namazı
kılınabilir; ne de evvelce okunmuş bir secde âyeti için tilâvet secdesi
yapılabilir. Bunlar yapılırsa, iadeleri gerekir.
Bu üç vakitte nafile namaz da kılınmaz. Ancak kılınacak olsa, kerahetle
caiz olur ve iadesi gerekmez. Çünkü bu kerahet, nafile namazların
sağlıklı olmasına engel değildir. Bununla beraber bu vakitlerden birine
rastlayan bir nafile namazı bozup kerahet vaktinden sonra onu kaza etmek
daha faziletlidir.
Bu üç vakit, ateşe tapanların ibadet zamanlarıdır. Onlara benzemekten kaçınmak, hak dine saygının gereğidir.
Diğer iki kerahet vaktinde ise, yalnız nafile namaz kılmak mekruhtur.
Farz ve vacib namaz mekruh değildir. Cenaze namazı, tilâvet secdesi de
mekruh değildir. Bu iki vakitten birinde başlanmış olan bir nafile
namazı, kerahetten kurtulması için bozulmuş olursa, sonradan onu kaza
etmek gerekir.
Güneşin batışı halinde yalnız o günün ikindi namazı kılınabilir. Fakat
diğer bir günün kazaya kalmış olan ikindi namazı kılınmaz. Çünkü kamil
bir vakitte vacip olan bir ibadet, nakıs olan ( keraheti bulunan) bir
vakitte kaza edilemez. Kerahet vakti ise ibadetlerin noksanlığına
sebebdir.
Güneşin doğuşuna rastlayan her hangi bir namaz ise bozulmuş olur. Bunun
için bir kimse daha ikindi namazını kılmakta iken güneş batsa namazı
bozulmaz. Fakat sabah namazını kılmakta iken güneş doğsa, namazı
bozulur. Çünkü birinci halde, yeni bir namaz vakti girmiş olur. İkinci
halde ise, namaz vakti çıkmış; fakat yeni bir namaz vakti girmemiş olur.
Tam zeval anına rastlayan bir namaz farz veya vacip ise bozulur. Eğer
nafile ise mekruh olmuş olur. Yalnız İmam Ebu Yusuf’a göre cuma günü
zeval vaktinde nafile namaz kılınması caizdir ve keraheti yoktur. Zeval
vakti son bulup da güneş batıya doğru yönelmeye başlayınca artık
ittifakla kerahet vakti çıkmış olur.
Kerahet vaktinde okunan bir secde ayetinden dolayı secde yapılabilir.
Ancak kerahet vaktinden sonraya bırakmak daha faziletlidir. Yine kerahet
vakitlerinden birinde hazırlanmış olan bir cenazenin namazı o vakitte
kılınabilir. Öyleki faziletli olan bu namazı geciktirmeyip hemen
kılmaktır. Çünkü cenazelerde acele etmek menduptur.
Güneşin batışından sonra daha akşam namazının farzını kılmadan nafile
namaz kılmak mekruhtur. Çünkü akşam namazı geciktirilmiş olur. Oysa ki,
akşam namazında acele etmekte fazilet vardır.
Cuma günü, imam hutbeye çıktıktan sonra veya ikamet getirildikten sonra namaza başlamak mekruhtur.
İki bayram namazından önce ve bayram hutbeleri arasdında ve bu
hutbelerden sonra, bayram namazı kılınan yerde nafile namaz kılmak
mekruh olduğu gibi, güneş tutulması, yağmur duası ve hac hutbeleri
arasında da mekruhtur. Bu hutbeleri dinlemek lazımdır.
Mekruh olmayan bir vakitte başlanmış olan nafile bir namaz bozulmuş
olsa, (bunu kaza etmek vacip olduğundan) ikindi namazından sonra güneşin
batışına kadar ve fecrin doğuşundan sonra güneşin bir mızrak boyu
yükselmesine kadar kaza edilmez, mekruhtur. Bununla beraber kaza edilse
sahih olur. Diğer kerahet vakitleri de böyledir. Ancak başta sıralanan
ilk üç kerahet vakti böyle değildir. Onların birinde kaza edilmesi sahih
olmaz. Yeniden kaza edilmesi gerekir.
Kaza namazını kılmanın mekruh olduğu vakitler nelerdir? İkindi namazının farzından sonra kaza namazı kılınır mı?
Kaza namazı borcu olduğunu tahmin eden kimse, bunları kaza ederken kaza
namazı kılıyordur. Borcu olmadığında bunun nafileye dönüşeceğini düşünüp
kerahet vakitlerini sünnet namaza göre ayarlamaz. Bunu kıldığı kaza
namazına göre ayarlar.
Farz – Nafile Bütün Namazların Kılınmasının Mekruh Olduğu Vakitler Üçtür:
1. Güneşin doğuşundan itibaren ışınları gözleri kamaştırır hâle
gelinceye kadarki sabah vakti, kerahet zamanıdır. Bu vakit, güneşin
doğuşundan sonraki takriben 45-50 dakikalık bir zamandır.
2. İkinci kerahet vakti, istiva vakti ile zeval vakti arasıdır. Yani
güneşin göğün tam ortasına dikilmesi ânından batı tarafına doğru
açılmaya başladığı âna kadar geçen süredir.
3. İkindiden sonra, güneşin sarararak göz kamaştırmaz duruma geldiği
andan başlayıp güneş batıncaya kadar süren vakit de kerahet vaktidir.
Demek oluyor ki ikindi namazını güneş ışınlarının sararmakta olduğu
sıralara kadar geciktirmemeli, kerahet vaktine bırakmamalıdır.
İkindi namazı kerahet vaktine kadar geciktirilmişse, namaz kazaya
bırakılmaz, sünneti terkedilerek sadece farzı kılınır. Hattâ güneş
batmadan evvel iftitah tekbiri alınarak ikindinin farzına durulsa,
namazda iken güneş batsa, bu bile sahih olur. Namaz kazaya kalmış olmaz,
vaktinde edâ edilmiş sayılır. Bu ikindi namazına has bir durumdur.
Bu üç vaktin kerahet vakti olma hikmeti, ateşperestlerin ibâdet zamanı
olmasıdır. Bu üç vakitte salâvat getirmek, dua ve tesbihte bulunmak,
Kur’an okumaktan efdaldir.
Netice: İkindi namazının arkasından, güneş batımına kırk beş dakika kalana kadar kaza namazları kılabiliriz.
Sabah namazından sonra kaza ya da nafile namazı kılınır mı? Kerahet vakitleri hakkında bilgi verir misiniz?
Sabah namazından sonra güneş doğana kadarki vakitte nafile namaz kılmak mekruhtur; ancak kaza namazı kılınabilir.
Sabah namazından sonra kaza kılınması mekruh olan vakit güneş doğarkenki
vakittir. Güneşin doğmasından bir mızrak boyu (beş derece) ki,
memleketimize göre kırk ile elli dakika arasında bir zamanla yükselişine
kadar olan zamandır. Ömer Nasuhi Bilmen’in ilmihalinde bu şekilde
geçmektedir.
Beş vakit vardır ki, onlara “Mekrûh Vakitler” denir.
Birincisi: Güneşin doğmasından bir mızrak boyu (beş derece) ki,
memleketimize göre kırk ile elli dakika arasında bir zamanla yükselişine
kadar olan zamandır.
İkincisi: Güneşin yükselip de tam tepeye geldiği zeval anının bulunduğu vakittir.
Üçüncüsü: Güneşin sararmasından ve gözleri kamaştırmaz bir hale gelmesinden itibaren batışı zamanına kadar olan vakittir.
Dördüncüsü: Fecr-i Sadık’ın doğmasından güneşin doğacağı zamana kadar olan vakittir.
Beşincisi: İkindi namazı kılındıktan sonra güneşin batmasına kadar olan vakittir.
Evvelki üç kerahet vaktinde ne kazaya kalmış farz namazlar, ne vitir
gibi vacib olan namazlar, ne de önceden hazırlanmış bir cenaze namazı
kılınabilir; ne de evvelce okunmuş bir secde âyeti için tilâvet secdesi
yapılabilir. Bunlar yapılırsa, iadeleri gerekir.
Bu üç vakitte nafile namaz da kılınmaz. Ancak kılınacak olsa, kerahetle
caiz olur ve iadesi gerekmez. Çünkü bu kerahet, nafile namazların
sağlıklı olmasına engel değildir. Bununla beraber bu vakitlerden birine
rastlayan bir nafile namazı bozup kerahet vaktinden sonra onu kaza etmek
daha faziletlidir.
Bu üç vakit, ateşe tapanların ibadet zamanlarıdır. Onlara benzemekten kaçınmak, hak dine saygının gereğidir.
Diğer iki kerahet vaktinde ise, yalnız nafile namaz kılmak mekruhtur.
Farz ve vacib namaz mekruh değildir. Cenaze namazı, tilâvet secdesi de
mekruh değildir. Bu iki vakitten birinde başlanmış olan bir nafile
namazı, kerahetten kurtulması için bozulmuş olursa, sonradan onu kaza
etmek gerekir.
Güneşin batışı halinde yalnız o günün ikindi namazı kılınabilir. Fakat
diğer bir günün kazaya kalmış olan ikindi namazı kılınmaz. Çünkü kamil
bir vakitte vacip olan bir ibadet, nakıs olan ( keraheti bulunan) bir
vakitte kaza edilemez. Kerahet vakti ise ibadetlerin noksanlığına
sebebdir.
Güneşin doğuşuna rastlayan her hangi bir namaz ise bozulmuş olur. Bunun
için bir kimse daha ikindi namazını kılmakta iken güneş batsa namazı
bozulmaz. Fakat sabah namazını kılmakta iken güneş doğsa, namazı
bozulur. Çünkü birinci halde, yeni bir namaz vakti girmiş olur. İkinci
halde ise, namaz vakti çıkmış; fakat yeni bir namaz vakti girmemiş olur.
Tam zeval anına rastlayan bir namaz farz veya vacip ise bozulur. Eğer
nafile ise mekruh olmuş olur. Yalnız İmam Ebu Yusuf’a göre cuma günü
zeval vaktinde nafile namaz kılınması caizdir ve keraheti yoktur. Zeval
vakti son bulup da güneş batıya doğru yönelmeye başlayınca artık
ittifakla kerahet vakti çıkmış olur.
Kerahet vaktinde okunan bir secde ayetinden dolayı secde yapılabilir.
Ancak kerahet vaktinden sonraya bırakmak daha faziletlidir. Yine kerahet
vakitlerinden birinde hazırlanmış olan bir cenazenin namazı o vakitte
kılınabilir. Öyleki faziletli olan bu namazı geciktirmeyip hemen
kılmaktır. Çünkü cenazelerde acele etmek menduptur.
Güneşin batışından sonra daha akşam namazının farzını kılmadan nafile
namaz kılmak mekruhtur. Çünkü akşam namazı geciktirilmiş olur. Oysa ki,
akşam namazında acele etmekte fazilet vardır.
Cuma günü, imam hutbeye çıktıktan sonra veya ikamet getirildikten sonra namaza başlamak mekruhtur.
İki bayram namazından önce ve bayram hutbeleri arasdında ve bu
hutbelerden sonra, bayram namazı kılınan yerde nafile namaz kılmak
mekruh olduğu gibi, güneş tutulması, yağmur duası ve hac hutbeleri
arasında da mekruhtur. Bu hutbeleri dinlemek lazımdır.
Mekruh olmayan bir vakitte başlanmış olan nafile bir namaz bozulmuş
olsa, (bunu kaza etmek vacip olduğundan) ikindi namazından sonra güneşin
batışına kadar ve fecrin doğuşundan sonra güneşin bir mızrak boyu
yükselmesine kadar kaza edilmez, mekruhtur. Bununla beraber kaza edilse
sahih olur. Diğer kerahet vakitleri de böyledir. Ancak başta sıralanan
ilk üç kerahet vakti böyle değildir. Onların birinde kaza edilmesi sahih
olmaz. Yeniden kaza edilmesi gerekir.
Kerahat vaktinde sabah namazını kılmak: Kerahat vaktinde kılınan sabah namazı kaza yerine geçer deniliyor…
Kerahat vakitlerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Sabah Kerâheti: Güneş doğarken başlar, kırk beş dk. sonra sona erer.
2. Öğle Kerâheti: Güneş tepedeyken, öğle namazı vaktinden yaklaşık kırk beş dk. önce başlar, öğle ezanı okununca sona erer.
3. Akşam Kerâheti: Güneş batarken, yani akşam namazından kırk beş dk. önce başlar, akşam ezanı okununca sona erer.
Kısaca güneş doğarken, tepedeyken ve batarken namaz kılınmaz. Bu vakitlerde namaz kılınması tahrîmen (harama yakın) mekruhtur.
Kerâhet vaktinde kılınan farz namaz geçerli değildir. Nâfileler sahih
olsa da, usûlen mekruh olur. Bu üç vakitte başlanan nâfileleri bozmalı,
ancak başka bir zamanda kazâ etmelidir.
Akşam kerâhat vaktinde ikindi namazının farzı hariç, bir farz namaz
kılınsa dahi sahih (doğru) olmaz. Bu yüzden kerâhat vaktinde kılınan
farz namazın, kerâhat vakti çıktıktan sonra o namazın tekrar kılınması
daha doğru olur.
Tilavet secdesi vaciptir ve kerahat vakti kılınmaz. Kılınsa dahi sahih
değildir. Kısacası kerâhat vakti hiçbir şekilde namaz ve secde yapılmaz.
Yalnızca o günün ikindi namazının farzına izin vardır.
Sahabiden Ukbe b. Amir r.a. şöyle anlatmıştır:
“Rasulullah (s.a.v.) üç vakitte namaz kılmamızı ve cenazemizi defnetmemizi yasakladı. Bu vakitler:
* Güneş doğmaya başladığı andan yükselinceye kadar.
* Öğleyin güneş tepe noktasına gelince, batıya meyledinceye kadar.
* Güneş batmaya meylettiği andan batıncaya kadar.”(Müslim, Müsâfirîn
293; Ebû Dâvud, Cenâiz 55; Tirmizî, Cenâiz 41; Nesâî, Mevâkît 31).
Konuyla ilgili diğer hadisler ve açıklamalar için bk. Prof. Dr.İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, VII/427-446.
Hadiste zikredilen üç vakit, gündüzün uzunluk ve kısalığına göre
değişmekle birlikte, yaklaşık olarak kırk beşer dakikalık sürelerdir. Bu
vakitlerde namaz kılınması, yukarıdaki hadis ve aynı anlamda olan daha
başka hadisler dolayısıyla mekruh görülmüştür.
Şuna da dikkat çekmek lazımdır: Bir kimsenin ikindi namazını kerahet
vaktine bırakmaması esastır. Fakat her nasılsa kerahet vaktine kalmışsa,
güneş batıncaya kadar ikindi namazını yine de mutlaka kılmalıdır. Çünkü
namazı kerahet vaktine bırakmak mekruh, kazaya bırakmak ise haramdır.
Bu üç vaktin dışında iki vakit daha vardır ki, o vakitlerde nafile namaz kılınması mekruh görülmüştür.
* Sabah namazının vakti girdikten sonra güneş doğuncaya kadar sadece
sabah namazının iki rek’at sünneti kılınabilir. Bunun dışında nafile bir
namaz kılınması mekruh görülmüştür.
* İkindi namazı kılındıktan sonra güneş batıncaya kadar nafile namaz kılınması mekruhtur.
Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, bu vakitlerde vaktin namazının dışında namaz kılmayı yasaklamıştır.
Buna göre sabah namazını kerahet vaktinde kılan bir kimse yeniden
kılmalıdır. Eğer o günün öğle vakti olmadan kaza ederse, sünnetiyle
beraber kaza eder. Başka zamana kalırsa sadece farzını kaza eder.
İkindi namazı en son ne zamana kadar kılınır?
Farz – Nafile Bütün Namazların Kılınmasının Mekruh Olduğu Vakitler Üçtür:
1. Güneşin doğuşundan itibaren ışınları gözleri kamaştırır hâle
gelinceye kadarki sabah vakti, kerahet zamanıdır. Bu vakit, güneşin
doğuşundan sonraki takriben 45-50 dakikalık bir zamandır.
2. İkinci kerahet vakti, istiva vakti ile zeval vakti arasıdır. Yani
güneşin göğün tam ortasına dikilmesi ânından batı tarafına doğru
açılmaya başladığı ana kadar geçen süredir.
3. İkindiden sonra, güneşin sarararak göz kamaştırmaz duruma geldiği
andan başlayıp, güneş batıncaya kadar süren vakit de kerahet vaktidir.
Demek oluyor ki ikindi namazını güneş ışınlarının sararmakta olduğu
sıralara kadar geciktirmemeli, kerahet vaktine bırakmamalıdır.
* İkindi namazı kerahet vaktine kadar geciktirilmişse, namaz kazaya
bırakılmaz, sünneti terkedilerek sadece farzı kılınır. Hatta güneş
batmadan evvel iftitah tekbiri alınarak ikindinin farzına durulsa,
namazda iken güneş batsa, bu bile sahih olur. Namaz kazaya kalmış olmaz,
vaktinde edâ edilmiş sayılır. Bu ikindi namazına has bir durumdur.
* Bu üç vaktin kerahet vakti olma hikmeti, ateşperestlerin ibâdet zamanı olmasıdır.
* Bu üç vakitte salâvat getirmek, dua ve tesbihte bulunmak, Kur’an okumaktan efdaldir.
——————-
Her namazın belli bir vakti vardır. İleride de söyleneceği gibi vakit
namazın şartıdır. Hangi vakit girmişse o vaktin namazını kılmak
gereklidir. Bir namaz, vaktinden önce kılınamaz. Vakti geçtikten sonra
da artık edâ olarak kılınması mümkün değildir. Vakti geçmiş namazın da
kılınması gereklidir, buna kaza denir.
Kaza edilen namazlar vaktinde kılınan edâ namazları gibi değildir.
Namazı imkân olduğu müddetçe kazaya bırakmadan vakti içinde kılmak
gereklidir.148 Şimdi namazların vakitlerini sırayla söyleyelim.
Sabah Namazı
İki rek’at önce kılınan sünnet ve iki rek’at farz olmak üzere dört
rek’attan meydana gelen sabah namazının vakti, ikinci fecrin
doğmasından, güneş doğana kadar olan vakittir. Sabah vaktine yaklaştıkça
gökyüzünde her zaman görülmemekle beraber iki tarafı karanlık ortası
aydınlık bir olay meydana gelir. Bir süre sonra bu aydınlık kaybolur ve
yerini yine karanlık alır. Bu geçici aydınlığa yalancı tan, fecr-i kazib
veya geçici tan olayı denir. Bu olaydan bir müddet sonra doğu
tarafından yayılan bir aydınlık başlar. Buna da hakiki tan, fecri sadık
adı verilir. İşte sabah namazının vakti gerçek tan ile başlar, güneş
doğana kadar devam eder, güneşin doğması ile biter. Sabah namazının
vakti konusunda sevgili Peygamberimiz (sav): “Sabah namazını tan ışığı
yayılmaya başladığı zaman kılınız. Çünkü bu vakitte kılmakta daha çok
sevap vardır” buyurmuşlardır. Bir başka hadîsi şerifte de “İlk vaktinde
kılınan namazda Allah’ın rızası, vaktin sonunda kılananda Allah’ın afvı
vardır” buyrulmuştur.
Şafiîler sabah namazını daha gerçek tan başlar başlamaz, ortalık
aydınlanmadan kılarlar. Hanefîler ise ortalığın biraz aydınlanmasını
beklerler. Yurdumuzun coğrafi konumuna göre takvimlerde yazılı olan
imsak vaktinden ortalama 20-30 dakika sonra Şafiî vakti nazara alınarak
sabah namazı kılınabilir (Hadîse göre imsak vaktinin başlangıcı sabah
namazı vaktinin de girişidir. Burada geçen 20-30 dakika ihtiyat için
olmalıdır).
Yatsı vaktinin teşekkül etmediği kuzey enlemlerdeki ülkelerde bu vaktin
girmediği aylarda hakiki gece yarısından149 35 dakika sonra sabah namazı
kılınabilir.
Öğle Namazı:
Önce kılınan dört rek’at sünnet, dört rek’at ve sonra kılınan iki rek’at
son sünnet olmak üzere toplam on rek’attan meydana gelen öğle namazının
vakti zeval denilen güneşin tam tepe noktasından geçtiği andan150
başlar ve zeval anındaki gölge hariç her şeyin gölgesi bir misli olana
kadar devam eder. Eşyanın gölgesinin bir misli olduğu zamana asr-ı
evvel, birinci ikindi zamanı adı verilir. Mümkün mertebe öğle namazını
bu vakit içinde kılmalıdır. Bu zaman zarfında yetiştirilemezse yine her
şeyin gölgesi, zeval gölgesi hariç, kendisinin iki katı olana kadar da
kılınabilir. Bu ikinci vakte de asr-ı sani, ikinci ikindi adı verilir.
Bütün müctehid imamlar öğle namazı vaktinin birinci ikindi vaktine kadar
olan kısmında ittifak etmişlerdir. Bir kısım müctehid imamlar da ikinci
ikindi vaktine kadar devam edeceğine kail olmuşlardır.
İkindi Namazı:
Önce kılınan dört rek’at sünnet ve dört rek’at farz olmak üzere toplam
sekiz rek’attan meydana gelen ikindi namazının vakti yukarıda anlatılan
öğle vaktinin bitiminden başlar ve güneşin batacağı zamana kadar devam
eder. Bir hadîs-i şerifte sevgili Peygamberimiz (sav): “….Güneş
batmadan önce ikindi namazının bir rek’atına yetişen kimse ikindiye
yetişmiş ve onu eda olarak kılmıştır…” buyurmuşlardır.
Akşam Namazı:
Üç rek’at farz ve iki rek’at son sünnetten meydana gelen akşam namazının
vakti güneşin batışından itibaren başlar, batı tarafındaki aydınlığın
tamamen kaybolmasına kadar devam eder. Güneş battıktan sonra batı
bölgesinde şafak denilen bir kızıllık meydana gelir. Bir süre sonra bu
kızıllık renk değiştirerek beyaz aydınlık halini alır. İşte bu ana ışâ-ı
evvel, birinci yatsı vakti denir. Bir müddet sonra batı tarafındaki bu
aydınlık da tamamen kaybolarak yıldızlar grup grup ortaya çıkar ve
ortalık tamamen kararır. İşte bu ana da ışâ-ı sani, ikinci yatsı denir.
Akşam namazını ilk vakti içinde yani ışâ-ı evvelden önce kılmalıdır. Bu
mümkün olmazsa ışâ-ı saniye kadar da kılınabilir.
Yatsı Namazı:
Dört rek’at önce kılınan sünnet, dört rek’at farz ve iki rek’at son
sünnet olarak toplam on rek’attan meydana gelen yatsı namazının vakti
akşam namazının vakti çıktığı zaman başlar, sabah namazının vakti girene
kadar devam eder.
Yatsı namazını geciktirmek, namazı kıldıktan sonra yatmak daha sevaptır.
Yatsı namazı vakti girmeden kılınamaz. Yurdumuzda yaygın yanlış bilgiye
dayanan yanlış tatbikat görülmektedir. Bazı bölgelerde yaz-kış her zaman
yatsı namazının akşamdan bir buçuk saat sonra kılınabileceği
zannedilmektedir. Bu, Hicaz bölgesinde ve yakın çevresinde böyle olduğu
halde daha kuzeyde kalan yurdumuzda mevsimlere göre bu aralık büyük
farklılıklar göstermektedir. Akşam ile yatsının arasının iki saati
geçtiği mevsimler ve bölgelerimiz vardır. Bu bölgelerde akşamdan
birbuçuk saat sonra yatsı kılınırsa vakti girmeden kılınmış olur.
Kuzey enlemlerde bulunan bazı memleketlerde yılın bazı aylarında yatsı
namazı vakti girmemektedir. Yani yukarıda bahsedilen ve güneş battıktan
sonra batı tarafında meydana gelen aydınlık, güneş doğana kadar
kaybolmamaktadır. Bu durumda o bölgelerde ve o aylarda hakiki gece
yarısından beş dakika önce yatsı namazı kılınmalıdır. Aynı bölgelerde
aynı aylarda imsak vakti de olmadığından itibarî olarak hakiki gece
yarısından beş dakika sonra imsakı başlatmak ve bundan ortalama yarım
saat sonra da sabah namazını kılmak uygun olur. Böylece yatsı namazının
kılınabilmesi için on dakikalık bir zaman kalmış olur ki, bu kısa zaman
içinde namazın tamamı yetiştirilemezse sünnetler terkedilerek sadece
farz kılınabilir.151 Diyanet İşleri Başkanlığı bu bölgeleri de içine
alan bir Dünya Namaz Vakitleri Takvimi hazırlamış ve bastırmış
bulunmaktadır. Bu takvim hazırlanırken Peygamber Efendimiz’in (sav)
namaz vakitleri konusundaki hadîsi şerifleri, müctehid imamlarımızın
görüşleri gözönüne alınarak hesaplamalar ve tesbitler yapılmıştır.152
Yeri gelmişken bir konunun daha aydınlanmasında zarûret vardır.
Yurdumuzda, müslüman vatandaşlarımız namazlarını takvimlere göre
kılmaktadırlar. Yakın zamana kadar bütün il ve ilçelerimizde
uygulanabilecek nitelikte bir takvim mevcut değildi. Diyanet İşleri
Başkanlığı ilk olarak bu takvimi 1973 yılında bastırmış ve her yıl daha
da geliştirmiştir. Başkanlığın hazırladığı bu takvimler, bütün il ve
ilçe müftülüklerinde bulunmaktadır. Bu takvimden elde edememiş olan
kimselerin İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerimiz için hazırlanmış
takvimleri, bulundukları bölgeler ile bu şehirler arasındaki saat
farklarını ilâve veya çıkarmak suretiyle kullanmaları mümkün değildir.
Çünkü namaz vakitleri arasındaki süreler ancak belli bir enlem, arz
dairesi üzerinde bulunan şehirlerde eşittir. Bu enlemin daha kuzeyinde
veya daha güneyinde bulunan bölgelerde aynı gün için iki namaz vakti
arasındaki süre ya daha kısa veya daha uzundur. Bu duruma göre mesela
İstanbul takvimini, ancak, İstanbul’un bulunduğu 41 derece arz dairesi
üzerinde bulunan şehirler, İstanbul’a göre saat farklarını ilâve ederek
veya çıkararak kullanabilirler. İstanbul’a göre daha güneyde veya daha
kuzeyde bulunan şehirler bu metodla İstanbul takvimini kullanamazlar.
Daha kuzeye veya daha güneye gittikçe aynı gün içindeki namazlar
arasındaki sürelerin İstanbul’a göre farkı, mevsime göre, arz dairesine
göre ve her vakit için ayrı ayrıdır. Saat farkları tul dairelerine,
boylamlara göre hesaplanır. Halbuki namaz vakitlerinin tesbitinde arz
daireleri, enlemler büyük rol oynar. Kuzey-Güney istikametinde aynı anda
girdiği halde birbirlerine göre diğer vakitler arasındaki fark,
yurdumuzda 30-35 dakikayı bulmaktadır. Bu duruma göre en doğru uygulama
Diyanet İşleri Başkanlığı’nca hazırlanmış bulunan namaz vakitleri
takvimine göre yapılan uygulamadır.
Bu arada bir başka konunun da nazarı dikkate alınmasında faydalar
vardır. Güneşin hareketleri dört yıl içinde farklılıklar göstermekte ve
dört yıl sonra yine aynı noktaya gelmektedir. Ayrıca arz daireleri
arasındaki yarım derecelik bölgelerde, çeşitli yükseliklerde ve çeşitli
mevsimlerdeki değişik durumlar namaz vakitlerinin kronometrik bir
hassasiyetle tesbitine engel teşkil etmektedir. Yurdumuz için bu
farklılıklar azami 8-9 dakikayı bulmaktadır. Hem bu farkları gidermek ve
hem de takvimi kullananın saat hatalarını düşünerek namazı tam vakti
içinde kıldırabilmek için vakitlere “temkin” denilen bir süre
eklenmektedir. Son yüz yıl içinde Türkiye’deki uygulamada bütün
takvimlerde bu temkin mevcuttur. Bu bakımdan namazların zarûret
olmadıkça ilk vaktinde kılınmasında, bilhassa son dakikalara
bırakılmamasında zorunluluk vardır.
Vakitlere ilâve edilen temkinler, namaz ve oruç için ayrı karakterdedir.
İmsak vaktinin temkini -10 dakikadır. Yani oruç tutan bir kimsenin
vaktinde oruca başlamasını garantilemek için hesaplanan imsak vaktinden
10 dakika öncesi, takvimlerde imsak vakti olarak gösterilmiştir. Buna
mukabil sabah namazının temkini +10 dakika olmak zorundadır. Vakit
girmeden, yani fecri sadık doğmadan namaz kılmış olmamak için,
hesaplanan imsak vaktinden 10 dakika sonrası sabah namazının en erken
kılanabileceği vakit olarak ele alınmıştır. Bu da takvimlerde gösterilen
imsak vaktinden 20 dakika sonraya tekabül eder.
Güneşin doğuşu için temkin 5 dakika olarak alınmıştır. Bu, şu demektir.
Bazı bölgelerde güneş gerçekte takvimde gösterilen saatten 5 dakika önce
de doğmuş olabilir. Bu yüzden sabah namazının kılınması her hâlükârda
takvimdeki güneşin doğuş saatinden beş dakika öncesine kadar
bitirilmelidir.
Öğle vakti için ilave edilen temkin 10 dakikadır. Hesaplanan zeval
vaktine 10 dakika temkin ilâve edilerek bulunan zaman, takvimlerde öğle
vakti olarak gösterilmiştir. Bu temkin öğle namazının vakti girmeden
kılınmamasını garanti ettiği halde, herhangi bir sebeple geciktirilen
sabah namazının en geç takvimdeki öğle vaktinden 10 dakika öncesine
kadar edâ edilmiş olması gerektiğini ifade eder.
İkindi vakti için de durum aynıdır. Takvimdeki ikindi vaktinde, ikindi
namazının vakti kesinlikle girmiş olduğu halde, o vakitten takriben 10
dakika önce öğle namazının vakti çıkmıştır.
Akşam namazının vaktine esas olan güneş batışında da temkin +10
dakikadır. Vakti girmeden akşam namazını kıldırmamak, oruç tutan
kimsenin vaktinden önce iftar etmesini önlemek bakımından hesaplanan
güneş batışına 10 dakika ilâvesiyle bulunan zaman takvimlerde akşam
vakti olarak gösterilmiştir. Herhangi bir sebeple ikindi namazını
geciktirmiş olan bir kimse için ise, takvimdeki akşam vaktinden takriben
10 dakika önce ikindi namazının vakti çıkmıştır.
Yatsı namazının vaktinde ise durum farklıdır. Akşam namazı vaktinin
bitişinin kesin sınırının çizilmesi, hem dinî ve hem de teknik
sebeplerle mümkün olmadığından takvimde gösterilen yatsı vaktine kadar
kılınan akşam namazı (zarûret hallerinde) vakti içinde edâ edilmiş
olur…
Vitir Namazı:
Vitir namazı üç rek’atlı vacip bir namazdır. Vitir namazı yatsı
namazının vakti içinde kılınır. Yatsı namazı kılındıktan sonra vitir
namazının vakti girer, sabah namazı vaktine kadar devam eder. Yani
vitrin vakti yatsı namazının kılınmasına bağlıdır. Yatsı namazını
kılmamış olan bir kimse için vitrin vakti girmemiştir.
Teravih Namazı:
Sünnet olan teravih namazının vakti de Ramazan ayında olmak üzere yatsı
namazından sonradır. Vitir namazından önce veya sonra kılınabilir. Yatsı
namazından önce kılınamaz.
Cuma Namazı:
Dört rek’at önce kılınan sünnet, iki rek’at farz ve dört rek’at son
sünnet olmak üzere toplam on rek’at olan Cuma namazının vakti Cuma
günleri öğlenin ilk vaktidir.
Bayram Namazları:
İki rek’atlı vacip bir namaz olan bayram namazları güneşin doğuşundan 50
dakika sonra başlamak üzere öğle namazı vaktine kadar kılınabilir.
Ramazan bayramında birinci gün bu vakitte kılınamazsa ikinci gün aynı
vakitte kılınabilir, üçüncü gün kılınamaz.
Mekrûh Vakitler:
Bazı vakitlerde namaz kılmak mekrûhtur. Bu vakitleri şöyle sıralamak mümkündür:
1- Güneşin doğma anından itibaren 50 dakika zarfında namaz kılınamaz. Bu
süre içinde farz ve vacip namazlar kılınamaz, kılınırsa sonra yeniden
kılmak gerekir. Bu süre içinde nafile namaz kılmak da mekrûhtur.
Başlanmış bir nafile namazı bozup sonradan kaza etmek daha iyidir.
2- Güneş zevalde, yani tam tepe noktasında iken.
3- Güneş batarken. Bu iki vakitte de yine farz ve vacip namazlar
kılınamaz. Sadece ikindi namazının farzına başlanmış iken güneş batmaya
başlarsa o namazı tamamlamak gerekir. Bu namaz edâ edilmiş sayılır,
sonra yeniden kılınmaz.
4- Sabah namazının vakti içinde sabah namazının sünnetinden başka nafile namaz kılmak mekrûhtur.
5- İkindi namazının farzından sonra, güneş batana kadar nafile namaz kılmak mekrûhtur.
6- Güneş battıktan sonra akşam namazının farzından önce nafile namaz kılınması mekrûhtur.
II- Din İşleri Yüksek Kurulu’nun
Temkin Hakkındaki Kararı:
Yurtiçi için hazırlanacak “Diyanet Takvimi”ne konacak namaz vakitleri ve
imsak vaktinin hesaplanmasında esas alınacak ölçüler ile hangi
vakitlere ne kadar temkin süresi eklenmesinin uygun olacağına dair
18.12.1981 gün ve DHYİ 31.916 sayılı onay; Kurulumuzun, Diyanet İşleri
Başkanı Tayyar ALTIKULAÇ’ın başkanlığında, Başkanlık Vakit Hesaplama
Uzmanı Harita Yük. Müh. Emekli Alb. Arif ÇÖKLÜ’nün de müşahit olarak
katıldığı 28.12.1981 ve 21.11.1982 tarihli toplantılarında ele alındı.
Konu ile ilgili Türkçe (Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın Riyazü’l-Muhtar ve
Islahü’t-takvim adlı eserleri) ve yabancı dille yazılmış (Explanatory
Suplement To The Astronomical Ephemeris And Nautical Almanac)
eserlerinin ışığında, Vakit Hesaplama Uzmanlığı’nca hazırlanan 21.1.1982
tarihli rapor ve fıkhî ölçüler incelenip değerlendirildi.
Yapılan müzakere sonunda:
1- Beş vakit namaz, belirli vakitlerde edâ edilmek üzere farz
kılınmıştır. Namaz vakitlerinin başlama ve son bulma sınırları, Cibril
(a.s)’in talimine göre Rasulullah (sav)’ın kavlî, fiilî ve takrirî
sünnetleriyle belirlenmiştir. Bu belirlemede, “tulû, gurup, fecr, zeval,
zuhur-ı şafak, gaybubet-i şafak, zıllü şey’in mislüh….” gibi, güneşin
hareketinden (daha doğrusu dünyanın kendi ekseni etrafındaki günlük
hareketi ile güneş etrafındaki yıllık hareketinden) meydana gelen özel
durumlar esas alınmıştır. Güneşin hareketi sonucu meydana gelen tulû,
gurup, zeval, fecr, şafak…. gibi durumlar ve bunlar arasındaki süreler
sabit olmayıp mevsimlere ve bulunulan yere göre daima değişmektedir.
Ayrıca bu olayların tesbitinde, havanın açık veya kapalı, berrak yahut
sisli, su buharının yoğun veya az oluşu… gibi durumların da önemli
tesirleri bulunmaktadır.
2- İslâm, kolaylık dinidir. İbadet vakitlerini tayin için müslümanları
ince hesaplar yapmak ve hassas aletler kullanmakla mükellef kılmamıştır.
Müslümanlar, sünnetin tayin ettiği alâmetleri, hesap yapmadan ve
herhangi bir alet kullanmadan da tesbit edip namazlarını kılabilirler.
Nitekim, takvim ve saatin bulunmadığı devirlerde böyle yapılmıştır.
Ancak, günümüzde saat ve takvimle namaz ve imsak vakitlerinin tayini,
şafak ve fecr gibi işaretleri gözlemekten çok daha kolay hale gelmiştir.
Ayrıca, aynı yerde yaşayan müslümanlar arasında birlik ve huzurun
sağlanması bakımından da buna kesin zarûret bulunmaktadır.
Bilindiği üzere namaz vakitlerinin hesapla tesbitinde fecr ve şafak
olaylarının, güneşin ufuk düzleminin kaç derece altında iken
başladığının doğru olarak bilinmesine ihtiyaç vardır. Konu ile ilgili
eski kitaplarda bu hususta verilen bilgiler, 16°’den 21°’ye kadar
değişmekte ve kesinlik arzetmemektedir. Bu konudaki en son ilmî
araştırma ve incelemeleri gösteren “Explanatory Suplement To The
Astronomical Ephemeris and Nautical Almanac” adlı eserde (sh.399) tan
ışınlarının (fecr ve şafak) olaylarındaki kızıllık üst sınırının ufukta
kaybolma zamanı, güneşin alçalma açısı 15 olduğu an başlamakta, bazı
atmosfer şartlarında bu durum 16 oluncaya kadar devam etmektedir. 16’da
ise bütün atmosferik şartlar altında kızıllığın tamamen kaybolduğu
anlaşılmaktadır.
Başkanlığımız Vakit Hesaplama Uzmanı Harita Yük. Müh. Emekli Alb. Arif
ÇÖKLÜ de, “20 seneden fazla GEODEZİK ASTRONOMİ çalışmalarını arazi
üzerinde bizzat yürüttüğü esnadaki özel araştırma ve gözlemlerde daima
aynı sonuca ulaştığını; güneş ufkun 16° altında olduğu zaman, kızıllığın
kaybolduğunu” raporunda ifade etmektedir.
Bilindiği üzere, güneşin hareketlerinde dört yıl içinde bazı değişmeler
olmakta, dört yıl sonra güneş tekrar aynı noktaya gelmektedir. Bu
sebeple, her yıl için ayrı hesap yapmadan, bu değişiklikten doğan farkı
karşılamak üzere, namaz vakitleri hesaplanırken, tesbit edilen vakitlere
belirli bir “temkin süresi”nin ilavesi zarûri görülmüştür.
Ancak, eskiden hergün (sık sık) saat ayarlama imkânı olmadığı gibi, her
il ve ilçenin ayrı ayrı namaz vakitlerini gösteren takvimleri de yoktu.
Takvimlerde, bazı büyük şehirlere göre hazırlanmış olan namaz vakitleri
çok geniş bir bölgede uygulanıyordu. Bu durumlar da dikkate alınarak,
vakit girmeden ibadete başlanmasın düşüncesiyle, ilâve edilen temkin
süresi, oldukça geniş tutuluyordu.
Diyanet Takvimi’nde her il ve ilçenin namaz vakitleri ayrı ayrı
gösterilmektedir. Günümüzde, her gün birkaç defa saat ayarlama imkânı
vardır. Bu itibarla, güneşin dört yılda bir değişen hareketlerinden
doğan fark ile 1-2 dakikalık ihtiyat payı dışında uzunca bir temkin
süresine artık gerek bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Ayrıca temkin
süresinin uzun tutulması, bazı ihmalkâr müslümanların, namazlarını vakit
çıktıktan sonra kılmalarına yol açmaktadır.
Bu mülâhazaların ışığı altında:
a) Öğle vaktinin güneşin meridyenden geçişine; ikindi vaktinin ise,
“asr-ı evvel”in girdiği zamana “dörder” dakikalık temkin süreleri
eklenmek suretiyle tesbitine;
b) Yatsı, imsak ve sabah namazı vakitlerinin tesbitinde, güneşin 16°
ufkun altında bulunmasının esas alınmasına ve buna -“dört” dakika temkin
(yatsı ve sabah namazı vakitleri için +4 dakika, imsak vakti için- 4
dakika) süresi ilave edilmesine;
c) Güneşin doğuşu ve akşam namazı vakitleri için, Diyanet Takvimi’ndeki
vakit hesaplarında herhangi bir değişiklik yapılmasına gerek
bulunmadığına ve keyfiyetin Başkanlık Makamına arzına karar verildi.
III- 45. Enlem dairesinin kuzeyinde namaz vakitleri:
A) Brüksel toplantısı:
45. Arz (enlem) dairesinin kuzeyinde yer alan ülkelerde bazı namaz
vakitlerinin geç teşekkül etmesi veya namaz vaktinin girdiğini gösteren
atmosfer alâmetinin hiç meydana gelmemesi sebebiyle buralarda yaşayan
müslümanlar problemlerle karşılaşıyor ve çözüm arıyorlardı. Türkiye
Diyanet İşleri Başkanlığı ile Suudi Arabistan’daki
Râbıtatu’l-Âlemi’l-İslâmî’nin ortak teşebbüs ve tertibi ile 1980 Haziran
ayının 23-27 günleri arasında Brüksel İslâm Merkezi’nde bu maksatla bir
ilmî toplantı yapıldı. Masrafını Rabıta’nın yüklendiği toplantı
bilhassa mezkûr problemi yaşayan ülkeler başta olmak üzere İslâm
ülkeleri çapında tertip edilmiş ve kongreye kısmen din âlimi, kısmen
kozmografya ve takvim mütehassısı olmak üzere kırkın üzerinde delege
katılmıştır. Kongrenin Brüksel’de yapılmasının sebebi, burasının, yılın
bazı günlerinde yatsı ve imsak vakitlerinin (alâmetlerinin) bulunmadığı
halde, çok sayıda Türk ve Marok müslümanın içinde yaşadığı bir memleket
olması idi. Nitekim ilmî kongrenin yapıldığı günlerde Brüksel’de akşam
şafağı (beyaz şafak) kaybolmuyor, güneş battıktan sonra batıdaki
aydınlık devam ediyor ve bir müddet sonra doğu aydınlanıyor, yani fecir
başlıyordu. Toplantıda daha ziyade yatsı ve imsak vakitleri üzerinde
duruldu. Yatsı namazı mevzuunda iki farklı problem vardı:
a) Şafağın kaybolmadığı yer ve zamanlarda yatsı namazı hangi vakitte kılınacaktır?
(Bilindiği üzere normal bölgelerde şafak kaybolup batı ufku kararınca yatsı vakti girmektedir).
b) Şafağın çok geç kaybolduğu ve mesela güneşin batması ile yatsı
vaktinin girmesi arasında üç saat ve daha fazla müddetin geçmesi
gerektiği yer ve zamanlarda, gece istirahat edip sabah işbaşı yapmak
mecburiyetinde olan işçiler yatsıyı ne zaman kılacaklardır?
İşte bu iki problem ilmî ve dinî yönlerden ele alınarak uzun uzadıya
incelendi, tebliğler tartışıldı ve 45. arz dairesinin kuzeyinde kalan
memleketlerde yaşayan müslümanlar için şu çözümler getirildi.
a) Şafağın kaybolmadığı veya işçilerin bekleyemeyeceği kadar geç
kaybolduğu yerlerde müslümanlar akşam ile yatsı namazlarını arka arkaya
kılabilirler (cem’u’s-salâteyn)
b) Bunu yapmak istemeyenler Mekke arzına veya normal bölgenin, akşam ile
yatsı arası en kısa olan devresine tâbî olup, yatsı namazlarını buna
göre kılarlar; yani güneş battıktan sonra akşam namazlarını kılar; sonra
guruba, Mekke arzındaki akşam ile yatsı arasındaki müddeti ekleyerek
buldukları saatte de yatsı namazını kılarlar..
İmsak mevzuuna gelince: Ramazan orucu yılda bir ay olduğu ve fecrin
imsak vaktinin alâmeti olması hususu da kat’i nass ile sabit bulunduğu
için şafağın kaybolduğu ve fecrin (tanyerinin ağarması) bulunduğu
yerlerde alâmetlere göre hareket edilmesi zaruri bulundu.
Daha kuzeye gidildikçe alâmetlerin bulunmadığı veya gece vaktinin çok
kısa olduğu bölgelerde, normal mıntıkalara göre takdir esası kabul
edildi.
Özetlemeye çalıştığımız bu esaslara göre mütehassısların Ankara’da
toplanarak mezkûr bölgeler için takvimler hazırlamaları ve bunu, içinde
bulunduğumuz yılın ramazanına yetiştirmeleri karar altına alındı.
Gurbet illerinde rızık arayan, anormal şartlar içinde Allah’a karşı
vazifelerini unutmayan din kardeşlerimizin sevinçle karşıladıkları bu
hasbî ve ilmî faaliyetin hayırlı neticeler doğurmasını Mevlay-ı
Mütealden diliyoruz.
B) Fıkıh açısından meseleye kısa bir bakış:
Yazıların telifi:
Buraya kadar, namaz vakitleri hakkında toplu bir bilgi ile Diyanet
İşleri Başkanlığı’nın temkinler ile ilgili bir açıklamasını ve 45. enlem
dairesinin kuzeyinde kalan bölgede namaz vakitlerini bildiren
alâmetlerin ya hiç bulunmadığı, yahut da çok geç veya kısa müddetler
içinde gerçekleştiği mıntıkalarda namaz ve oruç ibadetlerinde esas
alınacak zaman ölçüsünü tesbit için yapılmış bir toplantının karar
özetini arzetmiş olduk. Sayın Yeprem’in “Namaz Vakitleri” ile ilgili
cevabında geçen temkin ile, Başkanlığın yeni yayınladığı kararda bahis
mevzûu temkin arasında önemli ölçüde fark bulunduğu görülmektedir. Ancak
bu farkın sebebi, yine aynı yazılarda açıklanmıştır; cevabî yazı, Sayın
Yeprem’in Başkanlıkta bulunduğu zaman hazırlanan takvimlerde esas
alınan ölçülere göredir. Şimdiki kararda ise şafak ve fecir için onaltı
derece ölçüsü alınmış, ayrıca boylam ve enlem bakımlarından dar bölge
esasından hareket edilmiştir. Böylece gerek dört yıllık peryodik
değişmeler ve gerekse yerleşim bölgeleri (enlem ve boylamlar) arasındaki
farklardan kaynaklanan temkin dört dakikaya indirilmiştir.
Yine Sayın Yeprem’in cevabında geçen “şafağın kaybolmadığı yerlerde
yatsı için hakiki gece yarısından beş dakika önce, imsak için yine gece
yarısından beş dakika sonra ve sabah namazı için de yarım saat sonra
ölçüleri, Brüksel toplantısından öncesine ait düşünce ve uygulamaları
aksettirmektedir. Brüksel toplantısı daha başka kriterlere göre takdir
esasını kabul ettiği ve takvimler de buna göre hazırlandığı için
uygulamanın yine Diyanet takvimlerine göre olması gerekecektir.
Mezkur yazıların ve kararların daha iyi anlaşılabilmesi ve bir
müslümanın gönlüne yatabilmesi için meseleye bir de fıkıh açısından
bakmak, fukahânın görüş ve delillerini hulasa etmek faydalı olacaktır.
Fıkıh kitaplarında meselemiz:
45. Enlemin kuzeyinde kalan bölgelerin müslümanlar tarafından fethi ve
buralarda ibadetin, müslümanların meselesi haline gelmesi müctehid
imamlar devrinden sonra olmuştur. Bu sebeple fukahânın meselemizi ele
almaları hicrî altıncı asır dolaylarında başlamıştır. O devrin Hanefî
fukahâsından Burhaneddin el-Kebir Ebû Muhammed Abdülaziz b. Ömer
el-Mervezî, böyle yerlerde alâmetler bulunmasa dahi namazın kılınması
gerektiğini; es-Sadru’l Kebir Burhanu’l-Eimme ise vakit bulunmadığı için
buna bağlı mükellefiyetin de bulunmayacağını ve dolayısıyla hangi
namazın vakti bulunmuyorsa, onun mükelleften düşeceğini, kılınmayacağını
ifade ve iddia etmişler, daha sonra gelenler de bu iki görüşten birini
tutagelmişlerdir. Meselemizle ilgili -Fıkıh kitaplarının namaz ve vakit
bahislerinde- kısa bilgiler ve bazı risaleler153 bulunmakla beraber bu
mevzûuda en doyurucu eseri kaleme alan ve bütün görüşleri delilleriyle
beraber vererek tahlîl eden, sonunda bir neticeye varan zat, geçen asrın
müctehidlerinden Kazanlı Şihabüddin Harun b. Behauddin el-Mercanî
olmuştur. Kitabının adı Nazuratu’l hak fi fardiyetti’l-işâ ve inlem
yegibış-şefak. 1870 Yılında Kazan’da tabedilen bu eser Hindistan’ın
Pehüpal eyaletinden Sıddık b. Hasen Han tarafından hicrî 1291 yılında
ihtisar edilmiş ve bu özet de, S. b. Hasen’in, Luktatu’l-aclân isimli
eserinin içinde tabedilmiştir. (İst. 1296, s. 190 vd.).
Mezkur eserlerden faydalanarak meselenin bir özetini vermeden önce,
bilhassa bu bölgelerde takdir esasına dayanılarak namazın kılınması
gerektiğini müdafaa eden fukahânın dayandığı deliller arasında yer alan
ve dikkat çekici bulunan bir naklî delili (hadîs-i şerifi) mealen vermek
istiyoruz. Mezkur hadîs, meşhur altı hadîs kitabından (kütüb es-sitte)
Müslim’in, “Fitneler ve kıyamet alâmetleri” bölümünde yer almıştır.
Kıyamet alâmetleri içinde Deccal’den bahseden ve oldukça uzun olan
hadîsin, mevzûumuzla ilgili kısmı şöyledir:
“…ashâb-ı kiram soruyorlar:
– Deccal yeryüzünde ne kadar kalacaktır ey Allah’ın Rasülü (sav)?
Cevap:
– Kırk gün (kalacaktır). Bu kırk günün bir günü bir yıl gibi, bir günü
bir cuma (hafta) gibi, diğer günleri ise (normal) günleriniz gibidir.
Soru:
– Ey Allah’ın Rasülü! Şu bir yıl gibi olan günde bize, -normal günlerimizde kıldığımız- bir günlük namaz kafi gelecek midir?
Cevap:
– Hayır (bir yıl sürecek olan bir günde, normal bir günlük namaz size
kafi gelmez); onun için miktarını takdir edeceksiniz (yani normal bir
gününüzde kıldığınız namazların aralıklarını tahminen ölçerek o bir
yıllık bir günde, 365 günlük namaz kılacaksınız).” (Müslim, Kitab nu.
52, hadîs nu.110).
Ondört asır önce, başka bir münasebetle bile olsa Rasül-i Ekrem (sav)’in
bu mucize açıklaması, kendilerinden beş asır sonrasından başlayarak
günümüze kadar, bahsimize ışık tutmuş, diğer deliller yanında, 45. enlem
dairesinden kutuplara kadar olan bölgede nasıl ibadet edileceğinin en
muknî delilini teşkil etmiştir. Hadîsten anlaşıldığına göre güneşin
doğudan çıkıp batıda kaybolması, bugün 24 saatle ifade ettiğimiz
günlerle 365 gün (bir yıl) sürse, bu bir yıl içinde yalnızca beş vakit
namaz kılmak yetmeyecek, eldeki imkânlara göre ölçülerek ve güneşin
doğması, gölgenin bir veya iki misli olması, güneşin batması, şafağın
kaybolması gibi alâmetlere bakılmaksızın, normal günlerde ve
mıntıkalardaki gibi -24 saatlik gün içinde beş vakit- namaz hesabiyle
vazife yerine getirilecektir.
Mezkûr alâmetler bulunmadıkça namazın da farz olmayacağını söyleyenler,
“namazın şartı olan vaktin bulunmamasını, abdest uzvunun bulunmamasına
kıyas etmişler ve nasıl kolu olmayanın elini yıkaması farz değilse,
vakti olmayanın; yani bulunduğu yerde namaz vakti bulunmayanın namaz
kılması da farz olmaz” demişlerdir. Haklı olarak bu sakat kıyasa karşı
çıkan ve onu reddeden fukahâ, bir yandan Müslim hadîsine dayanırken,
diğer yandan şu delilleri ileri sürmüşlerdir.
1- Namaz ibadeti güneşe, güneşin doğup batmasına, gölge ve şafağa değil,
sonsuz nimetlerine şükran olmak üzere Allah Teala’ya yapılır. Başka bir
ifade ile namazın sebebi, ardı arkası kesilmeden her an mazhar
olduğumuz ilahi nimetlerdir; şükran için bu nimetleri bir ölçü içinde
zaptetmek ve ifade etmek zor olduğundan, içinde nimetlere mazhar
olduğumuz vakit (zarf), nimetin yerine konmuş ve namaz ibadetinin teknik
(fıkhî) sebebi kılınmıştır.
2- Vakit başka, vakti ifade etmek ve kullanmak için ihtiyaç duyulan
alâmet başkadır. Vakit, sınırsız zaman içinde belli bir miktardır. Belli
bir zamanı yaşayan insan vakti yaşamıştır, onun vakti olmuştur.
Alâmetler ise güneşin doğması, batması, tepe noktasına gelmesi, gölgenin
boyu, şafak, fecir gibi olaylardır; bunlar bulunsun bulunmasın vakit
vardır. Ve onu yaşayan, onun içinde Allah’ın nimetlerine mazhar olan
insan, çeşitli ibadetler ve bu arada namaz ile Allah’a kulluk edecek,
şükran vazifesini yerine getirecektir.
3- Vakit ve alâmet, namaz ibadetinin gerçek sebebi olmadığı için gerçek
sebep ve maksat uğruna gerektiği zaman hemen terkedilmektedir: Nitekim
Arafat ve Müzdelife’de, müctehidlerin çoğuna göre seferde ve bazı
mazeretler sebebiyle hazarda namazlar birleştirilerek kılınmakta ve
vaktin alâmetlerine riayet edilmemektedir. Kuzey ve güneye doğru
ilerledikçe hadîste geçen gölge ölçüsüne de uymak mümkün olamamaktadır;
çünkü bazı yerlerde güneş zeval vaktine geldiğinde gölge eşyanın bir
mislidir; bu sebepledir ki fukahâ sonradan “zeval gölgesi hariç” kaydını
koymuşlardır. Şu halde vakitleri tarif eden hadîslerde zikredilen
alâmetlerden maksad, her hal ü kârda bu alâmetlerin bulunması, görülmesi
değildir; maksad iki namaz arasında geçmesi gereken müddeti tayin
etmektir; mesala “güneşin batması ile akşam, şafağın kaybolması ile
yatsı vakitleri girer” denilince, herhangi bir sebeple şafak görülmez
veya kaybolmazsa namaz vakti girmez, namaz kılınmaz denilmek
istenmemiştir. Normal şartlarda güneşin batması ile şafağın kaybolması
arasında geçen zaman (süre) geçince durum ne olursa olsun (şafak
kaybolmasa da) yatsının vakti girmiş olur.
4- Bir hadîsten anlaşıldığına göre namaz önce 50 vakit olarak farz
kılınmış, sonra ümmete fazla yük bindirmemek için Allah tarafından beş
vakte indirilmiş, o zaman mevcut bulunan ve sonra gelecek olan bütün
müslümanlara beş vakit namaz farz olmuştur. Bu hadîs, namaz vakitlerini
tarif eden hadîs ve Deccal hadîsi bir arada düşünüldüğü zaman varılacak
sonuç şudur: İnsanın çalışma, istirahat ve ibadet hayatına – güneşe
bağlı- alâmetlerin uygun düştüğü mıntıkalarda ve zamanlarda, hadîslerde
geçen alâmetlere göre vakitleri girdikçe namazlar eda edilecektir.
Alametlerin bulunmadığı veya hayata uygun düşmediği yer ve zamanlarda
ise, normal yerlerdeki namazlar arası müddetler esas alınarak eda
edilecektir ki, bu ikinci yola Deccal hadîsindeki ifadeye bağlı olarak
“takdir yolu” denilmektedir.154
Fukahânın bu güçlü delilleri, alâmetler bulunmasa dahi namazın farz
olduğunu ve normal mıntıkaların vakitlerine göre kılınması gerektiğini
isbata yeterlidir. Ancak 45. enlem dairesinden kuzeye doğru gidildikçe
müslümanların bulunduğu mıntıkalarda, mesela Belçika ve daha kuzeydeki
bölgelerde güneş doğup batmakla beraber, yılın bazı günlerinde, güneşin
batışını takip eden ve kırmızı şafaktan sonra gelen beyaz şafak
kaybolmamakta, batı ufku aydınlık iken doğudan güneş doğmaktadır.
Katılma imkânı bulduğumuz Brüksel toplantısının asıl mevzûunu işte bu
mesele teşkil ediyordu. Normal mıntıkalarda akşam namazı vaktinin
çıkması ve yatsı vaktinin girmesi için şafağın kaybolması ve batı
ufkunun kararması bir kısım fukahâya göre şarttır. Keza orucun başlaması
ve sabah namazının vaktinin girmesi için de fecir denilen ve
karanlıktan sonra doğudan başlayan yaygın aydınlığın teşekkül etmesi
gerekir. Mezkür yerlerde akşam şafağı kaybolmadığına göre yatsı vakti ne
zaman girecek, oruç ve sabah namazı vakti ne zaman başlayacaktır?
Bu sualin cevabı üzerine düşünmüş ve görüş beyan etmiş ulemanın
ifadelerini ve farklı görüşlerini yine Mercânî’nin eserinden takip
edebiliriz:
1. Yukarıda zikredildiği üzere bazılarına göre âlemetler bulunmayınca ibadet mükellefiyeti de bulunmaz.
2. Bazıları bütün görüşleri sahih, mûteber telâkki etmekte, fakat en
ihtiyatlı yolu tutmakta, namaz ve oruç ibadetini yapmaktadır.
3. Bazıları iki namazı birleştirerek kılma yolunu tercih etmektedirler.
4. Bir kısım fukahâya göre akşam namazının vaktinin çıkması ve yatsının
vaktinin girmesini belirleyen şafak, beyaz şafak değil, kırmızı
şafaktır; yani güneşin batışının hemen arkasından batı ufkunda görülen
kırmızılıktır; bu ise, beyaz şafağın aksine o mıntıkalarda da
kaybolmaktadır; şu halde buna göre yatsı kılanabilir. Hemen işaret
edelim ki, şafağın kırmızılık olduğunu ileri süren fukahâ çoğunluktadır
ve Hanefîlerde Ebû Yûsuf ve Muhammed’in görüşleri de bu
istikamettedir.155
5. Bazılarına göre hakiki gece yarısında- yani dünyanın devrine göre
gecenin tam ortasına varıldığı zaman şafak kaybolmuş sayılır, geri kalan
zamanki aydınlık fecir (tan) olarak kabul edilir.
6. Bazılarına göre her gün, bir gün önceki yatsı namazının kazasına niyet edilerek namaz kılınır.
7. Yatsı gece yarısından sonra kılınır.
8. Mıntıkaya en yakın normal yerin vakti esas alınarak takdir yoluyla vakit girdi sayılır ve namaz kılınır.
Mercânî’nin bu görüşleri verip, her birini tenkit ettikten sonra kendi
görüşünü şöyle açıklıyor: Alâmetlerin bulunduğu yerde onlara riayet
etmek ihtiyata uygundur. Bunlar bulunmuyor veya uymakta güçlükler zuhur
ediyorsa, normal mıntıkaların, düzenli günlerinin takvimine göre hareket
edilir. Eğer herhangi bir sebeple bu da mümkün olmuyorsa o mıntıkada,
güneşin batması ile şafağın kaybolması arasındaki en kısa uygun müddet
esas alınarak hareket edilir. Nihayet -bazı yerlerde- öyle bir zaman
gelir ki, güneşin batması ile doğması bir olur; işte o zaman alâmetler
tamamen bir tarafa bırakılarak takdir yoluna gidilir.156
Mercânî’nin, kendi tercih ettiği görüşü müdafaa ederken verdiği bir
nakil oldukça ilgi çekicidir: Serahsî zamanında (vefatı H. 500)
civarındadır) Buharalı bazı tembellerin, şafak kaybolmadan yatsıyı kılıp
yattıkları, Zahiruddin el-Merginânî tarafından Serahsî’ye intikal
ettirilmiş ve ne diyeceği sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: “Onları
bundan menetme, çünkü menedersen hiç kılmazlar, bu haliyle kılmayı hiç
değilse bazı müctehidler caiz görmektedirler”157
İşte buraya kadar verdiğimiz nakiller ve özellikle Deccâl hadîsi,
namazların yağmur, soğuk, karanlık, korku gibi sebeplerle -yolculuk hali
dışında da- cemedilerek kılınmasını tecviz eden hadîsler ve ictihadlar,
İslâm’ın kolaylık prensibi, alâmetlerin vakitleri düzenlemek için birer
vasıtadan ibaret olduğu ve asıl maksadın ibadeti yapmaktan ibaret
bulunduğu … esaslarının ışığı altında hareket eden mütehassıslar,
Brüksel’de yapılan toplantıda, daha önce bir özetini takdim ettiğimiz
kararları almışlardır.158
Yazdıklarımız kendilerine karışık gelen ve açık, seçik, pratik bir cevap
isteyenlere söyleyebileceğimiz husus, Brüksel’de alınan kararlar
istikametinde takvim hazırlamaya devam ettikleri müddetçe Türkiye
Diyanet İşleri Başkanlığı takvimine göre hareket etmeleri, oruç, bayram
ve namaz vakitlerini bu kaynaktan öğrenip uygulamalarıdır.
148. Namaz vakitlerinin başlangıç ve sonları, Cibril hadîsi ile
belirlenmiştir. Cibril hadîsi şöyledir: “Rivâyet olunur ki, Ebu Mes’ud
(Ukbe b. Amr) Ensarî (-i Bedri r.a) Irak’ta iken bir gün Muğîre b.
Şu’be’nin (r.a) yanına girdi ki, o gün Muğîre nasılsa ikindi namazını
geç vakte bırakmıştı. Ona dedi ki: Ya Muğire, bu (yaptığın) nedir?
Bilmiyor musun ki, Cibril (a.s) inip namaz kıldı. Rasûllullah (sav) da
(ardında ) kıldı. Sonra (bir daha) kıldı. Rasûlullah (sav) da (ardında
bir daha) kıldı. Sonra (bir daha) kıldı. Rasûlullah (sav) da (ardından
bir daha) kıldı. Sonra (bir daha) kıldı. Rasulullah (sav) da (ardında
bir daha) kıldı. Sonra (işte) bununla emrolundum, dedi….” (Bkz.
Tecrid-i Sarih Tercemesi, II/ 460-464, Ank. 1972)
Bir başka hadîste Rasul-i Ekrem (sav) şöyle buyuruyor. “Cibril
aleyhisselam iki defa (yani iki gün) Beyt-i Muazzam’ın yanında bana imam
oldu. İlk defasında zeval vaktinde güneşin verdiği gölge bir nalın
tasması kadar uzandığında bana Öğle, her şeyin gölgesi birer misli
uzadığında İkindi, oruçlu orucu bozduğu vakitte Akşam, şafak
kaybolduğunda Yatsı, oruçluya yemek içmek haram olduğu vakitte Sabah
namazlarını kıldırdı. Ertesi gün Öğle namazını her şeyin gölgesi bir
misli, ikindi namazını iki misli olduğu, Akşam namazını oruçlu iftar
ettiği zamanda, Yatsı namazını gecenin üçte birine doğru, Sabah namazını
da ortalık iyice aydınlandığı vakit kıldırdı. Sonra bana döndü ve: Ya
Muhammed, bu senden evvelki enbiyanın vaktidir. Namaz vakti işte bu
ikişer vakit arasındadır, dedi.” (Sünen-i Ebû Davud ile Nesâî ve
Tirmizî’den naklen: Tecrid-i Sarih Tercemesi, 11/462, 2 no’lu dipnot:
Ank. 1972)
Bu konudaki Ebu Berze hadîsi de şöyledir: “Ebu Berze’den (r.a), şöyle
demiştir: Nebiyyi Ekrem (sav) Sabah namazını, her birimiz yanında
oturanı tanıyacak kadar aydınlık olduğu zaman kıldırır, bu namazda
altmıştan yüz ayete kadar okurdu. Öğle namazını güneş (mağribe doğru)
meylettiği vakitte kıldırırdı. İkindiyi de (öyle bir saate kaldırırdı
ki) kimimiz (namazdan sonra mescidden) Medine’nin en uzak yerine gider
(evine) dönerdi de, güneş henüz dipdiri bulunurdu”
Râvi akşam namazı hakkında Ebu Berze’nin (r.a) ne dediğini unutmuş. Ebu
Berze demiş ki: “Rasûlullah (sav) Yatsı namazını gecenin ilk üçte birine
-sonradan deyişine göre yarısına- kadar geciktirmekte beis görmezdi.
(Bkz. Tecrid-i Sarih Tercemesi, 11/485, Ank, 1972)
149. Hakiki Gece Yarısı: Güneşin o bölge meridyeninden alt geçişi
vaktidir. Pratik olarak Öğle namazının takvimde gösterilen vaktine 11
saat 50 dakika ilave etmek suretiyle bulunur.
150. Zeval Vakti: Güneşin o bölge meridyeninden üst geçişi vaktidir.
Bölgedeki gerçek saatin (memleket saat ayarı değil) 12.00 olduğu
zamandır. Pratik olarak öğle namazının takvimde gösterilen vaktinden 10
dakika çıkarmak suretiyle bulunur. Bir şakul ipinin, yahut düzgün köşe
duvarlarının gölgesinin tam kuzey-güney doğrultusunda olduğu andır.
151. Burada bir hadîs’e temas etmek gerekmektedir. İbn Abbas (r.a) şöyle
demiştir: “Nebiyyi Ekrem (sav) öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı
(birlikte) yedi (rek’at) ve sekiz (rek’at) olarak kıldırırdı.” (Tecrid-i
Sarih Tercemesi, 11/ 487, Ank, 1972)
Bu hadîs-i şerife dayanarak öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı bir
arada kılmaya cem’i ‘beyne’s salâteyn denmektedir. Peygamber
Efendimiz’in (sav) Veda haccında Arafat’ta öğle ile ikindiyi,
Müzdelife’de ise akşam ile yatsıyı birleştirerek kıldırdığında ittifak
vardır. Yılın başka zamanlarında ve başka bölgelerde cemi’ yapılması
konusunda müctehidler ihtilaf etmişlerdir.
Hanefî imamları ile İmam Evzaî’ye göre cemi’ sadece Hacc mevsiminde Arafat ve Müzdelife’de yapılır.
İbn Ömer, Urve b. Zübeyr (r.a), Said b. el-Müseyyeb, Ömer b. Abdülaziz,
Ebu Bekr b. Abdurrahman, Zührî, Ebu Seleme, Medine fakîhlerinin hepsi,
İmam Mâlik, İmam Şâfiî, İmam Ahmed b. Hanbel gibi zevat, korku, sefer,
şiddetli yağmur gibi şer’i özürler bulunduğu takdirde her zaman ve her
yerde cemi’ yapmak caizdir, demişlerdir.
Cem’i caiz görmeyenler, öğle namazını son vaktine kadar geciktirip
ikindiyi de ilk vaktinde; akşamı son vaktine kadar geciktirip yatsıyı da
ilk vaktinde kılan Rasûlullah’ın (sav) bu amelinin iki namazı
birleştirmiş gibi göründüğünü, aslında Cem’in bulunmadığını ifade
etmektedirler.
Buna mukabil Cem’in var olduğunu savunanlar, ayrıca bu Cem’in sadece
Hacc Mevsimine ve Arafat’la Müzdelife’ye mahsus olmadığını, bunun
meşakkat halinde her zaman ve her yerde caiz olduğunu söylemekte, bu
konuda Rasulullah (sav)’ın müteaddit hadîslerini delil olarak
zikretmektedirler. (Geniş bilgi için bkz. Tecrid-i Sarih Tercemesi,
11/487-489. Ank. 1972)
Bütün bu bilgilerin ışığı altında, yatsı vaktinin teşekkül etmediği veya
çok geç saatlerde teşekkül ettiği memleketlerin durumuna bir göz
atalım. Bu bölgelerde yatsı namazının gece yarısına kadar beklendikten
sonra kılınması, eğer iş hayatında telâfisi güç, büyük aksamalara yol
açıyorsa, işçinin sıhhatinde önemli mahzurları varsa, çok geç saatlere
kadar beklemek namazı terke sebep oluyorsa; bu gibi durumlarda, ibadette
aksamaları önlemek ve meşakkatten kurtulmak için, akşam namazından
sonra yatsıyı da cem’ etmek yolunu tercih eden büyük müctehidleri taklid
etmek imkanı her zaman açık bulunmaktadır.
152. Kuzeydeki ülkelerde namaz vakitleri üç numaralı yazıda genişçe
incelenmiştir. İki numaralı karar yazısında da “temkin” süreleri yeniden
belirlenmiştir, uygulama bunlara göre yapılmalıdır. Sayın Yeprem’in
verdiği bilgiler bu çalışmalardan öncesine aittir. (H.K)
153. Eskiler Ural dağları ile Adriyatik denizi arasında kalan bölgeye
“ardu’l-bulgâr” dedikleri için, meselemizi de “bu bölgede namaz” başlığı
altında incelemişlerdir.
154. Mercânî, age., s. 128, 99, 112.
155. Serahsî el-Mebsût’da, beyaz şafağın bazı yerlerde geç kaybolduğunu,
bu sebeple yatsı vaktini beklemekte güçlük çekildiğini, dolayısıyle
kırmızı şafağın esas alınmasının uygun olacağını ifade etmiştir. C. I,
s. 145.
156. s. 117 vd., 144 vd. 112 vd.
157. s. 117. Tahâvî, Câbir’den, Hz. Peygamber’in (sav) de şafak
kaybolmadan yatsı namazını kıldığını nakletmiş, sonra da bu
“kaybolmadan” denilen şafağı “beyaz şafak” olarak tevil etmiştir. Bkz.
Şerhu-ma’âni’l-âsâr, Kahire 1968, s. I, s. 156.
158. Brüksel toplantısına bir tebliğ ile katılan Prof. Dr. M.
Hamîdullah’ın tebliğinde yer alan bazı kısımları burada zikretmekte
fayda görüyorum; “…kutba yakın enlemlerde yer alan bölgelerde,
Deccâlin vakitlerine benzer vakitler bulunmaktadır. Peygamberimiz (sav)
oralarda ne yapacağımızı açıkça ifade buyurarak “takdir ediniz”
demiştir; yani güneşin hareketine göre değil, zaman ölçme âleti olan
saate göre haraket ediniz, buyurmuştur. 72nci enlem derecesinde -normal
bölgelerdeki günlere göre- üç aylık fark olunca, kutup bölgesine doğru
bu farkın daha da büyüyeceği tabiîdir. Buralarda, eskilerden Mes’ûdî ve
Bîrûnî’nin haber verdikleri ve modern ilmin de yalanlamadığı üzere altı
ay süren gündüz ve altı ay süren gece vardır.
Ancak Deccâl hadîsi, takdirin hangi esasa göre yapılacağını
açıklamamıştır; bu takdir Medine enleminin vakitlerine göre mi
olacaktır, ekvatordaki vakitlere göre mi olacaktır, yoksa daha başka bir
ölçüye göre mi olacaktır? Eski ulemâdan bazıları, bu bölgelere en yakın
normal bölgenin vakitlerine göre hareket edilir, demişlerdir; fakat
bunlar meseleyi yeterince incelemedikleri ve kendileri o bölgelerin
hayatını yaşamadıkları için bundan fazlasını söylememişlerdir.
Bildiğime göre asrımızda bu meseleyi ilk defa ele alanlar, Haydarâbâd
eyâleti âlimler meclisi olmuştur. Güzel bir nasib sebebiyle ben de o
mecliste bulunmuştum. Bu meclis ittifakla şu kararı aldı: Güneşin
hareketine göre vakitleri ayarlama ve amel etmenin nihâî sınırı 45inci
enlem dairesi olacaktır… Buradan itibaren 90’ıncı dereceye kadar ise
45inci derecenin vakitleri uygulanacaktır. Bu kararın, Haydarâbâd
gazetelerinde neşredilen gerekçeleri özetle şöyle idi:
1. Kuzeye ve güneye doğru 45’er derece, görünüşte dünyayı iki eşit
parçaya ayırmaktadır; gerçekte ise bu bölge, insanların imar ederek
yerleştikleri bütün bölgelerin dörtte üçünü teşkil etmektedir.
2. Ashâb-ı kirâmın bir kısmı, bu bölgede (kuzey ve güneye doğru 45’er
derecelik bölgede) bulunmuş, ibâdetlerini Medine vakitlerine veya başka
vakitlere göre değil, buraların vakitlerine göre yapmışlardır…”
(Arapça teksir nüshası, s. 4-5).